top of page
Yazarın fotoğrafıBahattin Köylü

Eceabat’ta, Bir Kale ve Üç Tabyanın Tarihçesi ile Restorasyon Deneyimi

Güncelleme tarihi: 25 Oca 2019


Bu bildirimiz, restorasyon proje ve uygulama süreçlerinde yer aldığımız Çanakkale ili, Eceabat ilçesi, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park sınırları içinde bulunan Kilitbahir Kalesi ile Ertuğrul, Namazgah ve Rumeli Mecidiye Tabyalarının restorasyon proje ve uygulama çalışmalarında elde ettiğimiz bilgi ve tecrübelerimizi içermektedir.

Çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü teknik ekibince hazırlanan teknik şartnameye uygun olarak Eceabat Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliğince “Kilitbahir Kalesi ve Ertuğrul ile Namazgah Tabyalarının Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon projesi”nin ihale edilmesi ile Haziran 2005’te başlamıştır. Proje ihalesinin ardından uygulama ihalesi yapılarak Ertuğrul ve Namazgah tabyalarının uygulama ihalesi aynı kurumlarca yapılmış ve ihale Aralık 2005’te sonuçlanarak fiilen 2006 yılı başında uygulama çalışmalarına başlanmıştır. Kilitbahir kalesi projesi uygulama çalışmalarına dahil edilmemiş olduğundan proje süreci ile sınırlı olarak bildiriye dahil edilmiştir. Anadolu Mecidiye Tabyası’nın proje ise Eylül 2007’de anılan kurumlarca ihale edilmiş ve projeler Nisan 2008 ‘de tamamlanarak teslim edilmiştir.

Bildiri konumuz olan savunma yapıları gerek sanat tarihi gerekse mimarlık tarihi açısından üzerinde en az çalışılan yapı grubundan olup çalışmalarımız süresince konu ile ilgili yeterli kaynakçanın yok denecek kadar sınırlı olduğunu gördük ve ulaşabildiğimiz tüm bilgileri bu bildiri kapsamında değerlendirmeye çalıştık.

Bu bağlamda Çanakkale ili ve Boğazı, yerleştiği coğrafyanın yüklediği stratejik konumu ile yaşadığı büyük savaşlar ile tarih sahnesinde yer aldığını özellikle bugün tüm dünyaca bilinen, döneminin en büyük uluslararası iki savaşının ( Troia ve 1915 Çanakkale Savaşları) yaşandığı topraklar olarak kaynaklarda yer aldığını gördük. Buna bağlı olarak ta bu topraklarda yaşayanlar, coğrafyanın onlara yüklediği stratejik durumun farkında olarak sürekli kendilerini koruma ihtiyacını hissetmiş ve kendileri ile birlikte yaşam alanları olan coğrafyalarını da korumak için önlemler almışlardır. Bu durum ve sürecin sonucu olarak ta Çanakkale bu gün zengin bir savunma yapısı koleksiyonuna sahip dünyanın ender bölgelerden birini oluşturur.

Bu nedenle bildirimize Çanakkale boğazını coğrafyasına genel bir bakışın ardından savunma olgusu ve savunma yapıların gelişimine genel bir bakışla başladık. Çanakkale boğazı tarihçesini, savunma yapıları ve savunma olgusu ile birlikte özetledikten sonra tabya mimarisi ve boğazda yer alan tabyaların form gelişimine bağlı olarak tipolojilerini çıkardık. Katalog bölümünde her yapıyı ayrı ayrı değerlendirdik. Restorasyon süreçlerini ortak bir başlık altında toplamaya çalışarak yaklaşım ve uygulamaları değerlendirmeye çalıştık. Genel bir değerlendirme ile de sonuç bölümünü oluşturduk.

Çanakkale Boğazının Coğrafyası

Çanakkale Boğazı, Asya ve Avrupa kıtaları arasında yer alan ve kuzeyinde yer alan Marmara Denizi ve İstanbul boğazı aracılığı ile Karadeniz ile güneyinde yer alan Akdeniz’i bir birine bağlayan bir suyoludur. Boğaz Marmara denizinin güneyi, Gelibolu’nun kuzeyinde, Çankaya burnu ile Bitlice kıvrımından başlar ve güneybatı yönünde uzanarak Seddülbahir - Kumkale fenerler hattı güneyinde Ege Denizi ile buluşur. Bu mesafe kuş uçuşu yaklaşık 65 km. kadardır. Boğazın kuzeyde, Marmara denizi girişinden Nara burnuna kadar kıyıları birbirine paralel ve geniştir. Nara burnunda kıyılar daralarak güneye yönelir. Boğazın en dar bölgesi 1250 metre ile Çanakkale-Kilitbahir kaleleri hattıdır. Nara burnundan Sarı sığlar koyu başlangıcına kadar olan bu bölge yabancı yazarlarca İngilizce en dar yer anlamına gelen Narrows kelimesi ile adlandırılmıştır. Bu bölgeden sonra boğaz Sarı sığlar koyunda genişlemeye başlar ve Erenköy koyu ile Tenger dere ağzı arasında yaklaşık 7500 metre mesafe ile en geniş noktasına ulaşır. Boğaz bu bölgeden sonra tekrar daralarak yaklaşık 3500 metre mesafeli Seddülbahir - Kumkale fenerler hattına ve daha sonrada Ege denizine ulaşır

Boğazda derinlikler ortalama 50–60 olup en derin yeri Çanakkale- Kilitbahir hattında 106 metredir. Boğazda birbirine tersyönlü iki akıntı vardır. Üst akıntı, Marmara denizinden Ege denizine alt akıntı ise Ege denizinden Marmara denizine doğrudur. Üst akıntının en çok olduğu yer Çanakkale-Kilitbahir hattında 3-5 mil olup diğer bölgelerde yaklaşık 2 mildir. Alt akıntı hızı ise ortalama bir mildir. Rüzgarlara göre üst akıntının hızı ve yönü değişe bilir. Bölgede kuzey (yıldız) ve kuzeydoğu (poyraz) rüzgarları yılın dokuz ayı hakimdir ( Erkal 1993: 20 ).

Savunma ve Savunma Yapılarına Genel Bakış

İnsanların beslenme ve barınma gibi doğal ihtiyaçlarını karşılamak için ihtiyaç duydukları alanları bularak sahiplenmesi ve bu alanlardan başkalarının yaralanmasına engel olmak için başlattığı mücadele, insanlık tarihinde savunma olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu olgu insanlığın sosyolojik gelişimi ile oluşturduğu toplumsal birliktelikler ve bu birlikteliklerin getirdiği kurumsal yapılanmalar ile paralel gelişmiştir. Yerleşik hayata geçip, kendi inşa ettikleri yapılarda yaşamaya başlamaları ile oluşturdukları küçük yerleşim alanlarını düşmana karşı korumak için geliştirdikleri ilk yapısal sistemler savunma mimarisinin de ilk örneklerini oluşturmuştur.

Bu yapılar döneminin silah teknolojisine ve savaş sistemine uygun olarak yapılmıştır. Gelişen silah ve mimarlık teknolojisinin yanı sıra toplumsal gelişmedeki organizasyonlarda savuma yapılarının plan gelişiminde önemli rol oynamıştır. Savunmadan sorumlu bir kurumun oluşması ile de bu kurumun organizasyon ve yapılaşmasına uygun yeni yapı formları gelişmiştir. Savunma ve savunmadan sorumluların yaşadığı ve ihtiyaçlarının depoladığı alanlar savunma yapıların mimari plan şemalarına girmiştir İlk olarak kaleler bu yeni fonksiyonları üslenirken çeşitli tadilatlar görmüş, bu tadilatların yeterli olmadığı zamanlarda ise yeni mimari formlar ortaya çıkmıştır. İleri Gözetleme Karakolları, Tabyalar ve Askeri Kışlalar bu formlardan birkaçıdır.

Bu gün Sanat Tarihi / Mimarlık tarihi disiplinleri tarafından askeri mimari yapıları olarak ele alınan savunma yapılarının ilk örneklerine Anadolu da rastlanmaktadır. Çatal höyük VII. / VI. Bin yıl Neolitik yerleşmelerinde, örgütlenmiş askeri savaş topluluklarını hesaba katmadan yalnız çevrelerindeki komşularına karşı savunma gereğinden evleri birbirlerine bitişik olarak inşa ederek bir savunma hattı oluşturmuşlardır. Bu savunma hattı kale mimarisinin ilk örneklerinden olup IV. bin yıla tarihlenen Mersindeki yerleşme XVI ‘da duvarlar bağımsız olarak inşa edilmiş ve ek yapı durumunda ayrılmış kışla odaları ise siper yolu olarak yapılmıştır(Marda 1998: 328 ).

Kentleri korumak amacı ile kentlerin etrafını duvarlarla sararak oluşturulan kaleler zamanla kent yaşamının ve devlet örgütlenme modellerine uygun olarak farklı gelişmeler göstererek askeri kışlalar haline gelmiştir.

Anadolu tarihin her döneminde doğu ile batı toplumlarının savaş ve ticaret gibi nedenlerle karşı karşıya geldiği, teknolojik ve kültürel etkileşimin yaşandığı yer olması nedeniyle toprakları üzerinde inşa edilen savunma sistemleri de dünyadaki diğer örnekleri ile ana formda paralellik arz etmiştir. Fakat orta çağda Avrupa kaleleri hala kent ve yönetim merkezlerinin savunma aracı olarak kullanmasına rağmen Anadolu Kaleleri Türkler tarafından artık kentlerin korunması işlevinden tamamen farklı olarak askerlerin eğitim ve yeni bir taarruza çıkışın hazırlık mekanları olarak kullanılmaya başlanmıştır. 16. yüzyıldan itibaren dünyadaki dengelerin değişmesi ve Osmanlının bir Dünya imparatorluğu olmasının ardından 18. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler Türk savunma sitemini ve askeri yapısını çok fazla etkilemiştir. Özellik ile son dönemde silah ve buna bağlı olarak savunma teknolojisinin gelişim merkezinin Avrupa olması nedeniyle batı tarzı savunma sistemleri Osmanlı harp teknolojisini de etkilemiştir. Özellikle batıdan getirilen askeri ve teknik danışmanlar ile Anadolu ve Balkanlar da inşa edilen savunma yapıları batının geliştirdiği form ile bölgesel malzeme ve işçiliğinin beraberinde ortaya çıkan Türk mimari üslubuyla yapılmıştır.

Çanakkale Boğazı Savunma Tarihçesi Sürecinde Savunma Yapılarının Fonksiyonları.

Çanakkale boğazı Stratejik konumu sebebi ile tarihin her döneminde batı ile doğu uygarlıklarının kesişme noktası olmuş, gerek askeri gerekse ekonomik gelişmeler nedeniyle savaşlara tanık olmuştur. MÖ.334 yılına kadar kıyılarında kurulu şehir devletleri ve onların oluşturdu konfederasyonlara sahip olmak isteyen Anadolu dışı devlet yada konfederasyonların taarruzuna maruz kalmış. Bu taarruzlardaki amaç burada bulunan kentlere sahip olmaktır. Bu dönemde boğaz kıyısında ve çevresinde kurulu kentler de kendilerini savunma amacı ile şehirlerinin etrafını surlarla çevirerek kaleler inşa etmişlerdir.

Bu kent devletlerinin en ünlüsü Troia olup mimari yönden çok gelişmiş sur ve hendeklere sahiptir. Bu kent devleti ve oluşturduğu konfederasyona bağlı birlikler efsanelere konu olan dokuz yıl süren bir savunma gerçekleştirmiştir. Troialıların dönemin savaş taktikleri ne uygun açık alan mücadelelerinde gösterdiği başarıların yanı sıra yaşanan yenilgilerde de kent surları aşılamamış, ancak tahta at hilesi ile Akhalar sur içine girilebilmiş ve Troia kentini işgal etmiştir. Bu ünlü mücadeleden sonra boğazda kalan kentler kendilerinden sayı ve teknik donanım olarak üstün olan güçlere karşı yine kent surları ile korunmuştur. Kentlere sahip olanlar da aynı savunma sistemini uzun seneler tamir ve tadil ederek kullanmıştır. Boğaz ve çevresine MÖ:334’te hakim olan İskender döneminin ardından boğazda hakimiyet Roma’ya geçer daha sonra doğudan gelen Persleri, denizci kavimler izlemiştir. Bu dönemde boğazın coğrafi yapısındaki akıntı ve rüzgar gibi avantajlar savunanlara doğal güç kazandırıyordu. Fakat karadan gelen saldırılarda güçlü ordular karşısında boğaz savunması için kent surları yetmiyordu.

MÖ.171–168 yıllarında boğaza Romalılar tamamen hakim olmuş bu hakimiyet MS.395 yılına kadar sürmüştür.395 yılında Roma imparatorluğunun ikiye ayrılması ile Çanakkale boğazı Doğu Roma / Bizans imparatorluğunun egemenliğinde kalmıştır. Bu dönemde İstanbul boğazı, hem siyasi hem de ticaret yollarının değişmesi ile elde ettiği ekonomik gelişmeler ile önem kazamaya başlamış ve Çanakkale boğazı kıyıları artık İstanbul’a geçisin engellendiği kontrol merkezi haline gelmiştir.

Bu dönemde tamamen harap durumda olan Gelibolu kalesi Bizans imparatoru Justinianos (527–565) tarafından onarıldı (İrdesel 2003: 32 ). Bu tarihten itibaren de Gelibolu Çanakkale boğazının savunma merkezini oluşturdu. Fakat boğazın coğrafi avantajları ile bir bütünlük oluşturmayan kale, güçlü deniz filoları karşısında yeterli olmamış ve boğaz defaten geçilmiş ve İstanbul muhasaran altına alınmıştır.

Türklerin Anadolu’da yeniden güçlenerek Osman oğulları tarafından toplanmaya başlaması ile Çanakkale boğazı Türk tarihinde yerini almıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar geçen sürede Çanakkale boğazında Türk savunması da Gelibolu merkezli olarak oluşturulmuştur. Daha sonra boğazda gelişen olaylar karşısında tek kıyıya dayalı boğaz savunması yerine Gelibolu karşısında yer alan Lapseki’ye de bir kale inşa edilerek karşılıklı kaleler ile boğaz kontrol edilmeye çalışılmıştır. Fakat dönemin silah menzilleri bu kalelerin karşılıklı olarak birbirlerini takviye etmelerine yetmemiştir.1416 yılında Venedikliler, boğaza yaptıkları taarruzda Osmanlı donanmasını yenmiş, Lapseki kalesine yaptığı taarruz ile Lapseki kalesini tahrip ederek kullanılmaz bir hale getirmiştir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde de boğaz savunması yeterli değildir. İstanbul kuşatması esnasında güçlü bir donanma oluşturulmuş ve bu donanma Marmara denizinde kuşatmayı denizden desteklemek amacı ile kullanılmıştır. Bu sırada Bizans’a yardıma gelen bir Ceneviz Filosunun Çanakkale boğazını rahatlıkla geçerek İstanbul’a ulaşmasına boğaz savunması engel olamamıştır. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra savunmasını Çanakkale boğazında başlatmak amacı çalışmalar başlatmıştır. Bu çalışmalar da ulaşılan silah teknolojisindeki gelişmeler, boğazın doğal yapısının avantajlar ile birleştirilerek kullanılmıştır.

1461–62 yılarında yaptırılan bu iki kale bundan sonraki savunmanın merkezini oluşturmuş, gelişen silah teknolojilerine uygun olarak çeşitli tadilatlar görmüştür. Bu kaleler ile birlikte güçlü birde donmaya da sahip olmak uzun süre boğazda savunmayı rahatlatmıştır. Zamanla donanmanın uygun kullanılmamasından kaynaklanan boşluktan istifade eden Venedik donanması bu iki kalenin kontrolü dışında kalan boğaz girişinde yer alan koylarda yatarak boğaza giriş çıkış yapan gemilere taciz etmesi ile yeni ihtiyaçları ortaya çıkarmıştır. Bu koyları kontrol altına almak için kalelere göre daha kolay inşa edilen tabya yapılarının ilk örnekleri boğaza yaptırılmıştır. Bu tabyalar boğazın coğrafi olarak genişlediği ve koylara dönüştüğü Rumeli yakasında Soğanlıdere, Anadolu yakasında ise Küçük Kepez sahillerine yerleştirilmiştir.

Daha sonra boğaz girişinin tamamen kontrol altına alınması maksadı ile 1660 yılında iki kale daha inşa edilmiştir. Yaklaşık bir asırlık bir sürede bu kaleler ile boğaz savunması kontrol altında tutulmuş, güçlü bir donanma ile de Akdeniz’de hakimiyet kurulmuştur.

Zamanla donanmaya gereken önemin verilmemesi ve Avrupa’da gelişen silah teknolojisinin takip edilerek orduda kullanılmaması ( hareketli ve seri atışlı topların Avrupa ve Rus orduları tarafından meydan savaşlarında kullanılması, Osmanlı donanmasına göre daha seri hareket eden teknelerin Batı donanmalarında yer alması) neticesi ordunun mağlubiyetleri Osmanlı sultanlarını gözlerini tekrar boğaz savunmasına çevirmesine neden olmuştur.

Batılı müttefikler ile iş birliğine gidilerek gelişen silah teknolojisine uygun yeni savunma sistemlerinin boğazda uygulanmaya başlanması ile neticelenmiştir. Kaleler yerine daha ucuz maliyetlerle daha süratli olarak inşa edilen tabyalar inşa edilmeye başlanmıştır. Tabyalar boğazın kıyı şeridini takip ederek, mevcut kalelerin büyük siluet veren heybetli yapıları yerine burun ve tepeciklerin doğal siluetleri ile bütünleşecek şekilde inşa edilmişlerdir. Tabyaların inşası esnasında top platformlarının (yerlerinin) yükseklikleri, yataklık yaptıkları topların, dönem gemilerinin su sathı ve üste kalan borda yüksekliğine düz hatta ( yani topun tesirli atış mesafesinde mermi yolunda bir parabol oluşturmadan ) atış yapa bilecek kotta yapılmıştır. Sahile kıyısı olan tabyaların deniz yönlerinde şevli bir istinat duvarı inşa edilmiştir. Bu istinat duvarı ile bonetler arasında kalan kısım kum ve toprak ile doldurulmuş olup (hatta Baro de Tott’un anılarında çalı kullanıldığı ) böylece tabya bedenlerine top atışları ile ulaşan gürle ve mermilerin hareket hızındaki kuvvetleri ilk vuruşta yumuşak yüzeyle karşılanarak absorbe edilmiştir. Bu tabyaların inşa ve tadilatları 1900’lü yıllara kadar sürmüş bu dönem içinde önemli bir olay yaşanmamıştır.

1911–12 Türk İtalyan harbi esnasında bir İtalyan filosunun taarruzu söz konusu olsa da tabyalarda önemli bir hasar oluşmamıştır.1914 yılına gelindiğinde Avrupa’daki sıcak gelişmeler boğaz savunmasını tekrar gündeme getirmiş fakat düşünülen düzenlemeler uygulanmadan ilk taarruz 3 Kasım 1914 tarihinde gerçekleşmiş bu taarruzda boğaz ağzı tabyaları bombalanmıştır. Seddülbahir de bir cephanelik isabet almış ve patlamıştır. Diğer tabyalarda önemli bir hasar oluşmamıştır. Bunun üzerine tabyalar uzun ve dışa bağımlı savunma yerine boğazda yer alan mevcut toplar ile yapılmıştır. Uzun menzilli toplar boğaz giriş tabyalarına toplanmış merkez tabyaların boğaz giriş yönüne bakan sektörlerine de uzun menzilli toplar yerleştirilmiştir. Aynı zamanda boğaz girişinden itibaren karşılıklı kıyılarda yer alan tabyaların kontrol sektörleri tespit edilerek zayıf sektörler gemilerden sökülerek boğaza getirilen toplar ile takviye edilmiş, toprak yığma siperliklerle oluşturulan tabyalara yerleştirilmiştir. Aralarda kalan boşluklara da kısa menzilli fakat hareketli toplardan oluşan bataryalar teşkil edilmiştir.

Uzun süre değişik uzmanları tavsiye ve değerlendirmeleri ile inşa edilen tabyalar ilk büyük sınavını 1915 yılında vermiş ve denizde mayın hatları ile takviyeli savunma Türk ve Dünya harp Tarihine başarı ile geçmiştir

Çanakkale’de Yer Alan Tabya Tipolojileri

Günümüz Türkçesinde tabya olarak kullandığımız terimin Osmanlıca aslı tabiye olup, Abdullah Yeğin tarafından hazırlanan Osmanlıca Türkçe Yeni Lügat’in Tâ’biye Maddesinde, sözlük anlamı ‘askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yerleştirme. Muharebe toplarının yeri, istihkam parçası’ olarak açıklanmıştır.

Tabya tanımı ile ilgili olarak Erzurum tabyaları ile ilgili olarak Nusret Çam’ın yayımladığı eserde kelimenin farklı yazarlara ait sözlük/lügatlerdeki tanımlarına yer verilmiş ve sonuç olarak “stratejik önemi haiz bir yeri korumak maksadıyla askerin geçici olarak barınmasını ve savaşması için yapılmış olan müstahkem yer veya bina” olarak tanımı yapılmıştır. Daha sonra mimari gelişimi kaleler ile mukayese edilerek fonksiyon olarak kalelerin yerini alan yapı olarak değerlendirilmiştir (Çam 1993: 17). Bu tanımlama için de Çanakkale de yer alan tabyaları incelerken elde ettiğimiz mimari gelişim sürecinde bizde aynı sonucu elde etmemizi rağmen tabya tanımında yer alan geçici sözcüğü olmaksızın tanımın değerlendirilmesinin daha uygun olacağı sonucuna vardık. Çünkü hem tabyalarda yer alan sosyal mekanlar hem de anılarda yaşamın tabyalarda geçici bir süreci içermediğini ve süreklilik arz ederek bir topçu kışlası fonksiyonunu içerdiğini tespit ettik.

Çalışmalarımız süresince ulaştığımız yazılı yayın ve kaynaklar içinde verilen tanımlar ile çalışmalarımız esnasındaki tespitler sonucunda en uygun tanımın http.//www.kars.gov.tr/trz_tbyndr.htm internet adresindeki “Mimari yapı olarak, genellikle içinde muhtelif sayıda kuvveti barındıran koruganların ardındaki açık top mevzileri ile avcı siperlerinin bütün etrafını çepeçevre çeviren engel hendeğini ve içinde ayrıca meskun mahalleri, cephanelikleri, toplama ve eğitim yelerini, nizamiye ve hazır kıt'a mahallerini, bölük, tabur veya alay binalarını, subay yatma yerlerini içerir. Kendi kendine yeterlilik sağlayan ve kuşatılsa dahi uzun müddet düşman karşısında direnebilen, hakim noktalara yapılmış gözetleme olanakları bol ve her tarafa karşı savunulabilen taş, kagir, beton veya demirli betondan inşa edilmiş kapalı mevzilere verilen isimdir” olduğunu değerlendirdik.

Çanakkale savunmasında kalelerden sonra inşa edilen tabyalarda Nara burnundan itibaren Anadolu ve Rumeli yakasında Ege Denizinden boğaz methaline kadar yer alan sahil şeridinde boğaz girişinden gelişecek bir su üstü harekatına karşı boğazın akıntı, rüzgar ve sahil hakimiyeti gibi stratejik değerlendirmelere uygun olarak her iki kıyıya karşılıklı olarak inşa edilmişlerdir.

Boğazda yer alan tabyalar, gerek form gerekse inşa tekniği olarak üç farklı üslupta yapılmıştır. Bağımsız olarak inşa edilen tabyalara ilave olarak Çanakkale Boğazında yer alan Kalelerde de, boğaz cephelerinin (sur duvarlarının yıkılarak alçaltılması ile ) tadil edilerek tabyalar inşa edildiğini görüyoruz.

İlk grup tabyalar, kaleler ile üstleri toprak örtü sistemine sahip tabya formu arasındaki geçiş yapılardır. Kıyıya paralel olarak boğaz methalinden ( girişten )oluşacak bir su üstü harekatına uygun stratejik savunma noktalarında inşa edilmiş olan bu tabyalar İnşa tekniği ve form özelliği olarak kale mimarisini andırır. Çevre tahkimatı, diğer bir değiş ile boğaz cepheleri ve kara sınırları yaklaşık 5–10 metre yüksekliğinde bir, bir buçuk metre duvar kalınlığında moloz taştan inşa edilmiştir. Sur duvarlarını andıran çevre tahkimatındaki mazgal ve barbatalar ile küçük birer kaleyi andırırlar.

Mazgal açıklıklarına yerleştirilen küçük çaplı toplar bu tabyalarda konuşlandırılmış olup cephanelik ve personel sosyal yaşam mekanları surlar içinde kalan alanda değişik form ve inşa tekniği ile yapılmıştır. Bu tabyalarda her hangi bir estetik kaygı güdülmeden cephaneliklerin üstü toprak ile örtülerek bir taarruz esnasında isabet edecek düşmanın top mermilerinden yapıyı korumak amacı ile yapılmış olup ikinci grup tabyalarda kullanılacak sistemin öncü formunu oluşturmuştur.

Bu grup tabyalara örnek olarak bugün ayakta olmayan Anadolu yakasındaki Köse burnu Tabyası (Resim-1) ile Rumeli yakasında hali hazırda sur duvarlarının bir bölümü ile bazı yaşam yerleri ayakta olan Bigalı (kalesi ) tabyasını (Resim-2) görmekteyiz.

İkinci grup tabyalar, sahil şeridinde yer alan birinci grup tabyalara göre en önemli farkları sahil şeridinden içerde boğaza hakim korunaklı tepelerde inşa edilmiş olmalarıdır. Buradaki amacın tabyalara konuşlu küçük çaplı toplar ile havanlar ( eğik açılı atış yapan silahlar ) yerleştirilmiş olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu tabyalarda çevre tahkimatını oluşturan sur duvarlarına rastlanmamakta, tabyaları sınırlayan çevre duvarları tamamen toprak ile örtülerek kamufle edilmiştir. Top ve havanlar için özel alanlar oluşturularak, silahların toprak ile ilişkilerini kesmek için zeminlikleri taş kaplanmıştır. Cephanelik ve sosyal yaşam alanları cephaneliklerin gerisinde veya tabya alanına merkezine inşa edilerek üzerleri toprak ile kapatılmıştır. Toprak örtü bu tabyalarda belli bir form kazanarak üçüncü grup tabyalarda son şeklini almıştır.

Bu tabyalara ait günümüze ulaşan örnekler mevcut olmayıp Abdülhamit döneminde çekilen fotoğraflarda örneklerine rastlamaktayız. Anadolu yakasında ki Nara baba tabyası (Resim-3) ile Rumeli yakasındaki Tekke tabyaları (Resim-4 ) bu tabyalardan iki örnektir.

Üçüncü gurup tabyalar, birinci grup tabyalarda olduğu gibi savunma stratejisine uygun olarak sahil şeridinde seçilmiş uygun alanlara inşa edilmiştir. Bu tabyalara ait ilk örnekler lll. Mustafa döneminde Osmanlı Ordusunda görevlendirilen Macar asıllı mühendis Baron de Tott tarafından uygulanmıştır. Yerleşim alanı olarak boğazda yer alan kaleler ile ilk dönem tabyaları ile aynı esasları koruyan bu tabyalar, mimari form olarak ikinci dönem yapılarındaki toprak örtü sistemini yapıların korunmasında kullanarak devam ettirmiştir. Sahile paralel olarak kagirden inşa edilen bu tabyalar savunma için ana araç olan toplar için platformlar/top yerleri ve top yerlerinin iki yanında toplara ait cephanelerin depolandığı cephanelikler yer alacak şekilde tasarlanmıştır. Cephanelikler dönemin silahlarına uygun cephaneyi (barutu ) depolayacak büyüklükte üst örtü sistemi tonoz olan dikdörtgen mekanlar olarak inşa edilmiştir. Tonoz örtü sistemi üzeri ve yapıların boğaz cephesi sıkıştırılmış toprak ile kaplanarak gemilerden açılacak ateşte tabyalara isabet edecek mermilerin uçuş ve vuruş hızlarının bu toprak kaplama ile absorbe edilmesi hedeflenmiştir.

Bu form ana mimari unsurları koruyarak gelişen silah teknolojisine uygun olarak geliştirdiği plan şeması ile en olgun örneklerini Abdülhamit döneminde vermiştir. Bu dönemde inşa edilen cephaneliklerde her cephanelikten top yerlerine cephane transferini sağlayan koridorlar tasarlanmış ve cephanelik içlerinde döşeme altı boşaltılarak havalandırması sağlanarak ahşap ile kaplanmıştır. Tabyaların üzerine kaplanan toprak örtü serbest bir yığın şeklinde olmayıp ana tonoz üstünde bir dikdörtgenler prizması şekli ile oluşturularak top yerleri ile cephanelik dış duvarlarına doğru şevli olarak inşa edilmiştir. Toprak kaplamalardaki işçilik ve form değerlendirildiğinde yalnız fonksiyonel işlev olarak düşünülmediği belli estetik kaygılarında güdüldüğü değerlendirilmektedir.

Üçüncü dönem tabyaların ortak mimari detaylarından bazıları, cephanelik ve top yerleri duvarları bir, bir buçuk metre kalınlığında moloz duvarla sınırlandırılmış olup toprak örtü dışında kalan yüzeyleri düz kesme taşlar ile kaplanmıştır. İç kısımlarda kapı giriş mekanlarında, koridor dönüşlerinde, pencere sövelerinde, dış mekanda olduğu gibi kesme taş ile kaplanmıştır. Tonozlar tuğla kullanılarak örülmüş olup tonozlar iç mekan duvarları horasan harcı ile sıvanmıştır.

Tabyaların kara istikametinde kalan arazisi küçük mazgal açıklıklarına sahip duvarlar ile çevrilmiş olup giriş mekanları bu surlara inşa edilen portelerden sağlanmıştır. Bu portallerin tabya tarafında iki yönüne inşa edilen mekanlarla da nizamiye hizmet binaları oluşturulmuştur. Personelin sosyal yaşam mekanları için tabya sınırları içinde veya yakınında kiremit kaplı ahşap çatı ile örtülü kagir binalar inşa edilmiştir.

Bu tabyalar boğaz da inşa edilen kaleler gibi boğaz kesen hisarlar olarak düşünüldüğünden kara muharebelerine yönelik hendek ve piyade siperleri gibi öncü savunma mekanlarına sahip değillerdir.

Bu gurubun ilk örnekleri Çimenlik Kalesi ile kalenin güneyinde yer alan Sarı çay’ın arsına inşa edilmiş ve günümüze ulaşamayan tabya (Resim-5) ile Değirmen burnun da inşa edilen (Resim-6) tabyadır. Gelişmiş örnekleri ise Anadolu yakasında Anadolu Mecidiye Tabyası (Resim-7) ile Rumeli yakasında Namazgah tabyası (Resim-8) olup her iki tabyada tabyanın merkez hattında tüm tabyaya hakim cephanelik plan formundan farklı mekansal büyüklük ve biçimler ile örtü sistemlerine sahip Savaş Harekat Merkezi (savaş sevk ve idare merkezi) olabileceği değerlendirilen mekanlarda mevcuttur. Bu gurubun son örnekleri ise Anadolu Hamidiye, Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyalarıdır.

Bu üç grup tabyalara ilave olarak yalnızca Çanakkale boğazında uygulanan bir yöntemle de kalelerin boğaz savunmasına hakim cepheleri, Çimenlik (Resim-9, 10) ve Kumkale de (Resim-12) olduğu gibi yıkılarak veya Seddülbahir kalesinde (Resim-13, 14) olduğu gibi kot farkı kullanılarak üçüncü grup tabyalar ile benzer formlarda tabyalar inşa edilmiştir.

2 - KATALOG

Kilitbahir Kalesi

Çanakkale Boğazı’nın en dar yerinde inşa edilen iki kaleden biri olan Kilitbahir Kalesi aynı ad ile anılan köyün de yer aldığı Malaz tepe eteklerinde kıyıya inşa edilmiştir. Kalenin ilk inşası esnasında Sestos antik kentinden getirilen devşirme malzemelerin kullanıldığı çeşitli yazılı kaynaklarda yer almaktadır.

Kalenin ilk inşa tarihi hakkında da farklı kaynaklarda değişik tarihler kullanılmaktadır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde ilk inşa tarihi olarak 1452 yılı verilmekte olup kesin bir delile bağlanmamaktadır. Kale hakkında çalışma yapan Mimar İsmail Utkular’ın “Çanakkale Boğazından Fatih Kaleleri” isimli doktora tezinde de bu bilgi aynen kullanılmıştır. Ekrem Hakkı Ayverdi ise çeşitli yapılarla yaptığı mukayese sonucunda kalelerin 1461–62 yıllarında inşa edildiğini değerlendirmektedir. Bu konuda Ayverdi’nin tezinin, tarihsel süreç içinde incelendiğinde daha uygun olduğu görülmektedir. İstanbul’un fethi esnasında (1453 yılında) Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’ndan rahatlıkla geçerek İstanbul önlerine ulaşması, bu tarihte Çanakkale Boğazı’nda İstanbul Boğazı’ndaki gibi boğaz kesen hisarlarının bulunmadığının bir göstergesidir. Dolayısı ile İstanbul’un fethinden sonra yapılmış olması ve 1660 tarihine kadar da Kilitbahir ve Çimenlik kalelerinin boğaz savunması için yeterli olduğunu tarih bize göstermektedir.

Kalenin ilk inşası ile ilgili yeterli yazılı kaynağa ulaşılamamasının yanı sıra görsel doküman da halihazırda bulunamamıştır. 16. asrın ortalarından itibaren batılılar tarafından çizilen gravürler ve Piri Reis’in eserlerindeki çizimler, elimizdeki kaleler ile ilgili en eski görsel dokümanlardır. Bu belgelerde ihtiyatlı davranarak gerçekçiliği aramak gerekmektedir; çünkü gravürlerin çizimlerinde genellikle boğazdan geçen Avrupa gemlerindeki forsalar ile yine boğazdan gemi ile geçen gezginlerin bilgi ve notlarından hareketle çizimlerin yapıldığı yaygın bir bilgidir. Bu nedenle bazı detaylar gravürleri çizen sanatçının yorumuna açık ya da bir başka sanatçının etkisinde şekillendirilmiştir.

Kilitbahir Kalesi’nin günümüze de ulaşan sağlam kısımlarının plan şemasında ana mekan, iç içe geçmiş üç bölümden oluşup en dıştaki surlar yapıyı ortalama 4 metre yükseklikte sınırlamakta bunun içinde üç yapraklı yonca motifi formunda iç kale yer almaktadır. İç kale, 7 metre duvar kalınlığına sahip 18 metre yüksekliğinde yaklaşık 35 metre çapında üç dairenin birleşmesi ile oluşmuştur. Dairelerin kesişim alanında üçgen formunda 7 katlı bir ana kule yükselmektedir.

Yapıya ait elimizdeki en eski çizimlerden Piri Reis’e ait 1526 tarihli gravürde (Resim 1), kale dış surları (bugün ayakta olmayan sahil surları da dahil olmak üzere) burçları ile birlikte bu günkü plan şemasına yakın bir şekilde (sur duvarları arasındaki burçlar eksik olmakla birlikte) gösterilmiştir. Üç yapraklı yonca motifindeki iç kale ise aslına yakın olarak tasvir edilmiş ortada yer alan üçgen formlu ana kule ise daire formunda ve mevcut durumuna göre çok büyük olarak betimlenmiştir.

Avrupalılara ait gravürlerden; Giovanni Francesco Camocio’nun 1566–1574 tarihli gravürü (Resim 14) Piri Reis’in gravüründen sonra elimizdeki en eski görsel malzemedir. Bu gravür incelendiğinde, günümüze ulaşan yapının plan şeması ile karşılaştırdığımızda üç yapraklı yonca şeklindeki iç kale yuvarlak olarak tasvir edilmiştir. Bunun nedeni, yapıya uzaktan bakıldığında iç kalenin üç yapraklı yonca formu dairevi bir görüntü vermesi olabilir.

Bu detaya rağmen, gravürdeki yapının, günümüze ulaşan kale formu ile ana hatlarında fazla bir fark yoktur. İç kale içinde yer alan ana kule orijinalinde olduğu gibi üçgen şeklinde gösterilmiş, iç kalenin etrafını saran surlar ve eksiklerine rağmen burçlar da gösterilmiş olup günümüze ulaşmayan sahile paralel sur duvarı da gravürde yer almaktadır.

Bu iki gravür ve bugün mevcut olan yapı elemanlarından istifade ile yapının ilk inşa tarihindeki plan şeması çıkarılmaya çalışılırsa, bu gün ayakta olan ana kule, iç kale ve çevre surlarının aynı formda mevcut olduğu ve deniz cephesi de bugünkü dış surlarla aynı özellikte sahil surlarının var olduğunu söyleye biliriz.

Bunun yanı sıra iç kalenin üç yapraklı yonca formu ile bir genelleme yapılamasa da bölgede Osmanlı öncesi Bizans hakimiyeti göz önünde bulundurularak yapının 1461-62 tarihinde temelden itibaren özgün olarak inşa edildiği tezine temkinli yanaşılması gerektiği düşünülmektedir. Kalede yapılan gözleme dayalı incelemelerde, özellikle iç kalenin sur temellerinde farklı bir işçilik gözlemlenmekte olup alanda yapılacak arkeolojik çalışmalar ışığında detaylı bir inceleme yapıldığında yapının oturduğu alanda daha önceden benzer plan şemasına yakın bir yapının olabileceği ve ilave bazı yapı detaylarına ulaşılabileceği değerlendirilmektedir.

Kalenin genel plan şeması ve fonksiyonundaki ana değişiklikleri tespit etmek için basılı görseller ile mimari izler ile karşılaştırarak dönelmemeye çalıştık

Birinci dönem ile ilgili olarak ulaşa bildiğimiz gravürleri incelediğimizde, T. Urbium’un 1664 yılında yayınlanan gravüründe (Resim 15) Camocio’nun gravürüne göre bazı önemli farklar tesit ettik. vardır. Urbium’da İç kale orijinaline yakın olarak tasvir edilmiş olup Camocio’dan en önemli farkı dış surlar etrafında yer alan ve kaleyi çepeçevre çeviren hendeğin bulunmasıdır. Bu hendek günümüze kadar büyük bölümüyle ulaşmıştır. Gerçekte yapının inşa edildiği alanın yamaçta olması nedeniyle oluşan şevli yapı ve hendek kuru olup gravürde deniz kotunda yapının çevresini sarmış ve de su ile dolu olarak tasvir edilmiştir. Bu gravürde Sarı Kule farklı olarak gösterilmemiş iki uç burç yuvarlak olarak tasvir edilmiştir. Camocio’nun gravüründe ise köşe kuleler çokgen olarak gösterilmiştir. Urbium’un gravürünün yayın tarihi Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatından (1520–1566) sonra olması nedeniyle Sarı Kule’nin formunun her iki köşeye aktarıldığı değerlendirilmektedir.

Yine George Sandys’in 1621 tarihinde yayınladığı 1610 yılındaki gezisi ile ilgili gravürde (Resim 17) ise deniz surlarında köşeli burçlar gösterilmiş olup Kanuni devrinde yaptırılan Sarı Kule yuvarlak form izlenimini veren bir kütle olarak çizilmiştir. Bu gravürlerden hareket ile güneyde yer alan, kitabesi ve yazılı kaynaklarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı bildirilen dairevi planlı kulenin ikinci dönemde yapıldığı kesinleşmektedir.

P. de Tournefort’un deseninde (Resim 18) ise Sarı Kule ile ilave dış surlar ve birinci dönem yapıları gerçeğe çok yakın olarak çizilmiştir. Prof. Dr. Semavi Eyice’nin kaleler ile ilgili gravürler üzerine yazmış olduğu makalesinde Castellan’ın gravürü olarak verdiği resim Kültür Bakanlığı’nca yayınlanan Anadolu Gravürleri adlı eserde sayfa 175’te P. de Tournefort’a ait olarak verilmiş ve bu gravürde (Resim 19) de Sarı Kule ve birinci dönem yapıları gerçeğe çok yakın olarak çizilmiştir.

Her iki gravürde de Sarı Kule bugünkü şekline çok yakın olarak tasvir edilmiş ve özellikle Tournefort’un deseninde Sarı Kule ile birinci dönem yapılarını bağlayan ve üçgen bir alan yaratan sur duvarları bu günkü plana çok yakın olarak çizilmiştir. Her iki gravürde de kale etrafında bir hendek bulunmakta ve bugün ayakta olmayan iç kalenin deniz tarafını kapatan sur duvarları gösterilmektedir. Özellikle Sarı Kule’nin deniz yönünde sahile doğru dik bir duvar tasvir edilmiş olup deniz ile sur duvarlarının arasında bir dolgunun varlığını gösterilmekte olup bu duvar ile sahilin güney tarafında bir barikat oluşturulmuştur. Bu iki gravürdeki sahil surları Camocio’nun gravürdeki gibi çokgen iki köşe burcuna sahip olup iç kalenin üç yapraklı yonca formunda yer alan doğu (sahil) giriş kapısının tam karşısında (doğu yönünde) yine çokgen şeklinde bir burç gösterilmektedir.

Edmund Ollier’in Londra’da yayınlanan “Osmanlı(Türk)-Rus Savaşı’nda Kale İllüstrasyonu Tarihi” adlı eserinde yer alan Kilitbahir Kalesi gravüründe (Resim 20) kale gerçeğe çok yakın bir şekilde tasvir edilmiştir. Kalenin güneyinde yer alan ve fonksiyon olarak kalenin devamı olarak değerlendirilebilecek Namazgah Tabyasının da ilk çizimlerini bu gravürde görmekteyiz. Bu gravürün 1768–1774 Osmanlı-Rus harbi dönemini içermesi nedeniyle Namazgah Tabyası’nın da bu dönemde ya da öncesinde inşa edildiğini değerlendirebiliriz.

Joseph Moreno’nun 1790’da Madrid’te yayınlanan eserinde yer alan gravürde (Resim 21) Namazgah Tabyası tasvir edilmemiş olup kale tasviri de çok yakından çizilmiş olmasına rağmen gerçekçi bir yaklaşım sergilememektedir. Muhtemelen başka gravürlerden esinlenerek veya bir gezginin notlarından hareketle çizilmiştir. İç kale yuvarlak olarak gösterilmiş ana kule ise üçgen şeklinde betimlenmiştir. Sarı Kule gösterilmiş olup daha önceki gravürlerde olduğu gibi sahil yönünde bir duvarla geçiş engellenmiş ve sahilde gezginlerin sıkça söz ettiği yuvarlak top gülleleri resmedilmiştir. Bu gravürde diğer gravürlerden farklı olarak ilk defa Kilitbahir Kalesi güneyinde yel değirmenlerine yer verilmektedir.

Julia Pardoe’nin 1835 yılında Londra’da yayınlanan “Boğazın Güzellikleri” isimli eserindeki gravürde (Resim 22) mevcut durum planıyla örtüşen bir tasvir yer almakta olup günümüze ulaşmayan sahil surları ve kalenin güneyinde yer alan tabyalar da gösterilmektedir.

1853 yılında Paris’te yayınlanan “L’Illustration: Journal universel” adlı eserde yer alan Kilitbahir Kalesi gravüründe (Resim23) kale, bugünkü mevcut plan şemasına en yakın şekliyle tasvir edilmiş olup iç kale deniz tarafındaki sur duvarları bu gravürde çizilmemiştir. Kale etrafında günümüze ulaşan yapı izlerinden ilk defa bu gravürde kuzeyde köy girişindeki mevcut kapı yanında yer alan bir bina çizilmiştir.

Kale ile sahil şeridi arasındaki arazinin boğazdaki akıntıdan ve dalgalardan etkilenmemesi için dalgakıran olduğu düşünülen mimari yapılanma gözükmektedir. Bu dalgakıranların 1900’lerin başında Abdülhamit tarafından hazırlatılan fotoğraf albümünde yer alan Çimenlik Kalesi’ne ait fotoğrafta (Resim 9) Çimenlik Kale’si sahilindeki bugün olmayan dalgakıranı orijinal hali ile görmekteyiz. Bu gravürde yer alan dalgakıran ile Çimenlik Kalesi fotoğrafındaki dalgakıranı karşılaştırdığımızda benzer şekilde inşa edildiğini söyleyebiliriz. İç kale önünde yer alan sahil surlarının kaldırıldığı dönem olarak 1850’li yılları kabul edebiliriz.

Bu dönemde sahil surları kaldırılarak savunma sistemine yeni giren silahlara uygun olarak inşa edilmeye başlanan askeri formlardan tabya mimarisine ait örneklerden Çanakkale Boğazı’ndaki Namazgah Tabyası’nın kullanılmaya başlandığını değerlendirebilmekteyiz. Böylece Namazgah Tabyası ve Kilitbahir Kalesi birbirinden farklı mimari form özellikleri taşımasına rağmen birlikte kullanılmalarından kaynaklanan fonksiyonel ihtiyaçlar her iki yapıda da kullanılan ortak alanlar yaratılmasına neden olmuştur.

Bu gravürde ilk defa rastladığımız yapının yanı sıra kale ve tabyalara yeni bir giriş kapısının inşa edildiği değerlendirilmektedir. Bu gelişim dönemini de(Namazgah tabyalarının inşasından kuzeyde sahile inşa edilen yeni kapının inşa edildiği süreç) üçüncü dönem olarak yorumlamaktayız.

Kalenin 1900’lü yıllarda çekilmiş fotoğrafında (Resim 24) güneyden Namazgah Tabyası’ndan, Sarı Kule ve birinci dönem yapılarının durumunu görmekteyiz. 1915’e tarihleyebileceğimiz fotoğrafta (Resim 25) ise Sarı Kule ile bugün mevcut olmayan sahil surlarının güneyinde, Sarı Kule ile yok olan surları birleştiren surları ve bu surların kemerli mazgal açıklıklarında çok büyük tahribatın olduğu görülmektedir. Kale de karacı askerlerin yanı sıra bahriyelilerin de yerleştiğini bu resimde görmekteyiz ve bu dönemden itibaren denizcilere ait tesislerin de kale etrafında konuşlandığını, özellikle iskelede iki adet torpido kovanı ile oluşturulan bataryanın kurulduğunu yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz.

1915 dönemine ait bu fotoğraflardan başka Cumhuriyet dönemine kadar geçen sürece ait halihazırda ulaşabildiğimiz fotoğraf mevcut değildir. 1915 yılından cumhuriyet dönemine kadar olan süreci, cumhuriyet döneminde çekilmiş olan fotoğraflardan değerlendirdik ve bu dönemi yapının dördüncü dönemi olarak isimlendirdik. Çanakkaleli fotoğrafçı Niyazi’nin çektiği fotoğrafta (Resim 26) 1790 tarihli yayındaki gravürde gözüken yel değirmenlerinden cumhuriyete kadar ulaşmış olan yel değirmenini ve Sarı Kule’yi görmekteyiz. Foto İhsan’ın çektiği resimde (Resim 27) ise kale ve Sarı Kule tamamen görülmekte olup yel değirmeni artık görülmemektedir.

Havadan çekilmiş başka bir fotoğrafta (Resim 28) ise bir önceki resimde söz konusu olan yapıların yanı sıra Sarı Kule ile ilk dönem yapılarını birleştiren surların oluşturduğu üçgen alan içinde birbirine bitişik kırma çatılı bugün ayakta olmayan üç farklı bina görülmektedir. Ayrıca batı, kuzey ve güney yönlerinde sur duvarlarını dıştan çevreleyen, bugün de mevcut olan hendek görülmektedir.

Havadan 1970’li yıllarda çekilmiş fotoğrafta (Resim 29) ise kale sur duvarları dışında ve Sarı Kule ile birinci dönem yapıları arasında kalan alandaki binaların bulunmadığını görmekteyiz.

Güney yönünde 1960 yılından önce çekilmiş fotoğrafta (Resim 30) iç kalenin ortasında yer alan ana kulenin köşesindeki mazgal açıklıkları ve siperleri ile ana bedende 1915 yılında yaşanan savaşlar esnasında İtilaf kuvvetlerinin bombardımanı sonucu oluşan tahribatı görmekteyiz.

Sahilden çekilmiş bir başka fotoğrafta (Resim 31) ise kuzey girişinde yer alan ve günümüzde mevcut olmayan üç katlı yapı ile sahilde yer alan iki yeni farklı yapının da yer aldığını görmekteyiz.

Kaleyi gerek form gerekse malzeme ve işçilik detayında günümüze kadar ulaşan izlerle değerlendirilmeye çalışıldığında ise,

a- Birinci dönem; kalenin inşa edildiği 1461–62 yılından Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar geçen süreci içermekte olup mevcut plan şeması ile incelendiğinde, yapının Malaz tepenin yamacında kurulmasından dolayı araziye uyumlu olarak ve boğazdan geçerek İstanbul’a ulaşmak isteyen döneminin gemilerini kontrol altına alabilecek şekilde tasarlandığı değerlendirilmektedir.

Dış surlar, iç kale ve ana kule kendi aralarında kademeli bir şekilde yükselmektedir. Yapıların duvar yükseklikleri temelden itibaren aynı kalmakla beraber, doğu-batı yönünde arazinin eğimi, yapıların duvar yüksekliğinde kademe oluşmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra dış sur çevresinin hendek ile çevrili olması genel kale formu içinde bir savunma unsuru olmasına rağmen burada yapının özellikle batı tarafında arazi kotunun oluşturduğu farklılık nedeni ile oluşabilecek toprak kaymalarına bir önlem olarak istinat duvarı özelliğinde inşa edildiği düşünülmektedir. Çünkü bu yapının inşasında asıl amaç deniz trafiğini kontrol etmek olup karadan gelecek bir tehdit öncelikli olarak söz konusu değildir.

Yapıya giriş-çıkış için dış surlarda üç kapının bulunduğu değerlendirilmekte olup bunlardan kuzey yönündeki kapı bugün moloz taş ile örülerek iptal edilmiş, güneyde yer alan kapı (hendek kotunda olup son restorasyon çalışmaları esnasında onarılmıştır. Fakat kullanılan malzemenin ve mimari formunun orijinali ile uyumlu olup olmadığı yeniden değerlendirilmelidir.

Deniz tarafındaki kapı ise deniz suru ile birlikte yok olmuştur. Bu cephedeki kapının yeri hakkında kesin bir bilgi mevcut olmayıp çeşitli yazılı eserlerde boğazdan geçen gemilerin kale önünde durarak kontrol ve vergi işlemlerine tabi tutulduğu, bu işlemler esnasında gemilerin akıntı nedeni ile durmakta zorlandığı, küçük teknelerin ise sahile yanaştığı ifade edilmektedir. Bu bilgiden hareket ile gravürler değerlendirildiğinde sahil surlarının ortasında gösterilen burca yakın bir yerde kapı olması gerekmektedir.

Bu tezimizi bugün iptal edilmiş olan kuzeydeki kapı ile de mukayese ederek kuvvetlendirebiliriz. Kuzey kapısının orta aksını iç kalede de bir kapı) karşılamaktadır. İç kalenin doğu tarafında bugün de kullanılan bir kapı mevcuttur. Dolayısı ile deniz tarafından gelenlerin bu kapıyı kullandığı ve bu kapının da karşısında dış sur kapısının bulunması fonksiyon olarak uygun görülmektedir. Bunun yanı sıra bugün mevcut olmayan sahil surlarının kuzeyinde yer alan burç ve burca dayalı doğu-batı yönündeki dış sur duvarının iç kale yönünde zemin kotuna doğru inen basamakların belli bir noktadan sonra kesilip küçük bir sahanlık oluşturarak son bulmaktadır.

Bu basamakların denizden küçük vasıtalar ile gelenlerin kaleye alınmaları için yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Bu noktada yıkık sur duvarında bir mazgal açıklığı ile denizden kalenin içine doğru küçük bir kanalında olabileceği değerlendirilmektedir.

İç kaleye giriş ise oluşturulan iki mekan ile sağlanmıştır. Bunlardan doğu (deniz) tarafındaki kapı halihazırda kullanılmakta olup kuzey tarafındaki kapı dış taraftan moloz taş ile örülerek kapatılmıştır. Her iki kapı da iç sur duvar kalınlığında inşa edilen mekana sahip olup üstü tonoz ile örtülüdür. Giriş mekanlarının sağ ve sol tarafında büyük nişler bulunmaktadır. Bugün kullanılmakta olan giriş mekanının doğu tarafında çift kanatlı ahşap kapı bulunmakta olup kapının dış yüzü metal ile kaplıdır. Kuzeydeki kapı ise iptal edilmiş olmasına rağmen içten nişler restore edilmiş olup kapı açıklığının söve ve kemerlerine herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Bu mekanda da halihazır kullanılan giriş mekanında olduğu gibi bir kapının olması gerekmektedir.

Dış surların seyirdim alanları yalnızca bir kişinin yürüyüşüne elverecek şekilde olup surlar arasında yapılan küçük burçların yalnızca surların dış civarını kontrol altında tutabilecek büyüklükte inşa edildiği, bunların da birer nöbet mahali olarak kullanıldığı değerlendirilmektedir.

Bugün mevcut olmayan sahil surlarının da aynı genişlik ve yükseklikte olduğu öngörülmektedir. Kalenin yapılış amacı ve gravürlerden elde edilen bilgiler ışığında dış surların deniz cephesinde zemin kotunda top yerleştirmek için kemerli mazgal açıklıklarının olduğu ve bunların da bugün ayakta olan Sarı Kule ile bugün yıkık olan sahil surlarının güneyinde kalan burç arasındaki mazgallar ile aynı olacağı değerlendirilmektedir.

İç kalede ise seyirdim alanlarının daha geniş olduğu ve inşa döneminde kullanılan kaval tipi topların konuşlandırılabileceği barbata açıklıklarının olduğu görülmektedir. İç kalenin ortasında yer alan yedi katlı kulenin mevcut durumu ile terasına çıkılamamasına rağmen, teras katında bulunan ve dıştan rahatlıkla algılanan barbata açıklıkları burada da topların konuşlandırılabileceğini düşündürmektedir. Gravürlerin bir çoğunda da bu kulenin üzerinde toplar gösterilmiştir.

Bu yapıdaki diğer katların barınma ve depo olarak kullanıldığı değerlendirilmektedir. Duvarlardaki küçük mazgal açıklıkları içeri doğru genişleyerek sonlanmaktadır. Bu açıklıklar aydınlanma ve havalandırma için uygun formlardır. Bunun yanı sıra duvarlarda ocaklara da rastlanmaktadır. Katlar arası döşemelerin kalan izlerden ahşap olduğu görülmektedir. Katlar arası bağlantıların ise ahşap merdivenler ile sağlandığı düşünülmektedir. Yine duvardaki mazgalların devamı olan pencere açıklıklarının üst kısımları ahşap hatıllar ile sınırlandırılmış olup bunların pencerelerin üstünü sınırlandırmaktan öteye birer kiriş mantığı ile duvar bağlantılarını sağladığı değerlendirilmektedir.

Ayrıca duvar kalınlıkları içinde özellikle üçüncü dönemde yıkılan ana kulenin köşesinde duvar içine doğru devam eden ahşap hatıllara da rastlanmıştır. Aynı şekilde ahşap hatıllara bölgedeki diğer kalelerinde sur duvarları içinde rastlanmaktadır. Dolayısı ile ahşap bu yapılarda döşeme malzemesi olmanın yanı sıra sur duvarları içinde bağlayıcı olarak ta kullanıldığı değerlendirilmektedir.

Askerlerin banyo ihtiyaçları için de üç yapraklı yoncanın batı tarafındaki yuvarlak iç bahçesinde, dikdörtgen plan formlu bir yapı yer almakta olup bazı belgelerde ve yapı içi etiketlemede hamam olduğu belirtilmektedir. Fakat yerinde yapılan incelemede hamam mimarisi ile ilgili bir detay tespit edilememiştir. Yapının giriş kısmında yapıya ait ek binalar olduğunu değerlendirdiğimiz temel izleri mevcuttur.Yapılacak bir kazı ile binanın gerçek işlevi tespit edilebileceğini değerlendirmekteyiz.

İç kale yonca formundaki kesişim noktaları ile üçgen ana kule köşeleri birbirini karşılamakta olup bu noktalarda iç kale ile ana kulenin birer duvar ile birbirlerine bağlanmaktadır. Bu duvarlar üç yapraklı yonca motifinin yapraklarını birbirinden ayırarak orta alanda üç açık alan oluşturmaktadır. Yapıları birbirine bağlayan bu duvarların ortalarında kemerli açıklıklar bulunmakta olup bunlar sayesinde içerde yer alan açık alanlara geçiş sağlanmıştır.

Bu duvarların fonksiyonları değerlendirildiğinde üç farklı mekanı birbirinden ayıran kademeli savunma oluşturma amaçlı inşa edildiği düşünülmektedir. Fakat kalenin inşa amacı değerlendirildiğinde kara savaşına yönelik bir yapı olmaması nedeni ile bu kadar güçlü savunma kademeleri oluşturulmasına ihtiyaç olmadığı değerlendirilmektedir. Bu durumda bu duvarların, uçan payanda mantığında olduğu gibi ana kulenin yükünü iç kale sur duvarlarına aktarmak gibi statik bir amaçla yapılmış olduğu değerlendirilmektedir.

b- İkinci dönem ise Kanuni Sultan Süleyman’ın Sarı Kule’yi yaptırması ile başlayıp sahil surlarının yıkılmasına kadar geçen süreyi kapsamaktadır. Zaman içinde gelişen teknolojinin deniz ve savunma silahlarındaki gelişmelere etkisi ile birinci dönem yapılarında güneyden gelen deniz trafiğini daha uzaktan kontrol etmede güçlükler yaşandığı ve bu noktada yeni bir yapıya ihtiyaç duyulduğu değerlendirilerek bir kule inşa edildiği düşünülmektedir.

Sarı Kule girişinde Kanuni dönemine ait Yazıları okunamayacak kadar tahrip olmuş Osmanlıca bir kitabe yer almaktadır. Bu kulenin inşa tarihi ile ilgili olarak bazı yayınlarda ilk döneme tarihlendirme yapıldığı görülse de gerek gravürlerden gerek ise yapının taş işçiliğindeki farklardan bu kulenin daha sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yapıda kullanılan taş malzeme düzgün blok kesme taşlardan olup işçiliğin birinci dönemdeki taş işçiliğine göre daha özenli olduğu görülmektedir. Kullanılan taşın renginin yarattığı etki ile bina, birinci dönem yapılarından sarı rengi ile ayrılmaktadır.

Giriş ve teras dahil olmak üzere üç katlı olarak inşa edilen yapıda örtü sistemi olarak kullanılan tonoz ve kubbe aynı zamanda üst katın taşıyıcı sistemini oluşturmaktadır. Bu uygulama bölgedeki ve Anadolu’daki diğer kalelerde de görülmektedir.

Sarı Kule’nin birinci dönem yapıları ile olan irtibatı dış sur duvarlarına ilave edilen yeni surlar ile sağlanmış olup bu surlarda birinci dönem dış surlarının özelliklerini göstermektedir. Bugün Sarı Kule’nin batısında kalan kısmı tahrip olmuş olmasına rağmen temel izleri hala görülmektedir.

Birinci dönem yapıları ile hem doğu-batı hem de güney-kuzey yönünde irtibatlanmış olup birinci dönem dış surlar ile bağlanması sonucu birinci dönem yapıları ile Sarı Kule arasında üçgen bir alan oluşmuştur.

Bu bölüme giriş için güneydoğu yönünde hendekten sonra bir kapı açılmış olup kapının olduğu yer bir burç şeklinde teşkilatlanmış ve bu durumu ile birinci dönem kapılarına göre daha heybetli bir giriş oluşturulmuştur.

Gravürlerden Sarı Kule ile deniz cephesi arasında bir toprak dolgu alanın olduğu ve bu alandan güneyden kuzeye geçişe engel olmak için bir duvar inşa edildiği görülmesine rağmen bugün bu duvara ait gerek Sarı Kule bedeninde gerek ise yol ekseninde bir iz görülmemektedir.

c- Gravürlerde 1835 yılından itibaren tabyaların görüldüğü 1853 yılından itibaren de birinci döneme ait sahil surlarının çizilmediği görülmektedir. Bu bilgilerden hareket ile 19. yüzyılın ilk yarısında savunma sisteminin yeniden ele alındığı ve yeni silahlara uygun yapılanmaya gidildiği düşünülmektedir. Bu dönemdeki silah teknolojisi için kale mekanlarında yapı değişikliği yerine sahilde yeni mekanların yapılması tercih edilmiştir. Bu yeni yapılar ile birlikte kale bir bütün olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kale bu dönemden itibaren yeni kullanıma uygun tadilatlar görmeye başlamıştır. Silah sistemleri tamamen tabyalara kaydırılmış kale ağırlıklı olarak sosyal yaşam alanları ve destek birimlerinin konuşlanma mekanına dönüşmüştür.

Bu dönem, üçüncü dönem olarak değerlendirilmekte olup 1915 yılına kadar devam etmiş ve 1915 yılında yaşanan Çanakkale Savaşları sürecini de içermektedir. Bu dönemde kaleye ilave edilen yapılardan birçoğunu döneme ait fotoğraflardan takip edebilmekteyiz. Bunlar Sarı Kule kuzeyinde yer alan ikinci döneme ait dış surların ortasındaki üç yapı sahilde Sarı Kule’nin kuzeydoğusunda inşa edilen yapı ve bu dönemde inşa edildiği değerlendirilen sahildeki karadan giriş kapısının iki tarafındaki yapıları içermektedir.

Bu yapılar dışında fotoğraflarda izlerine rastlanamayan fakat halihazırda sur duvarlarında bulunan izlerden özellikle iç kale kuzeyi ile kuzeyde kalan dış sur duvarları arasından) yapıların bulunduğu tespit edile bilmektedir. Ancak bunların mimari formları ile ilgili yeterli bilgiye halihazırda ulaşılmamıştır. Bölgede yapılacak arkeolojik temizlik/kazılar ile yapıların temel izlerine ulaşılabileceği değerlendirilmektedir.

Özellikle bu yapıların izlerinden hareket ile yapıları değerlendirdiğimizde birinci dönemde kuzey girişi olarak kullanılan dış sur ve iç kale girişlerinin bu dönemde iptal edilmiş olabileceği değerlendirilmektedir. Bu giriş yerine bu yapıların dışında kuzeyde yer alan Değirmenburnu Tabyası ile ulaşımı sağlayan sahil yolundan gelişi karşılayacak şekilde bir yeni giriş mekanı yapıldığı değerlendirilmektedir.

Bugünde ayakta olan bu mekan gerek mimari form gerek ise taş işçiliği olarak birinci dönem yapılarından ayrılmaktadır. Özellikle taş işçiliği Sarı Kule’nin taş işçiliğini çağrıştırmasına rağmen kullanılan taşta farklılık vardır. Bu mekanda kullanılan taşlar Abdülhamit döneminde (1895 yılında) Namazgah Tabyası’nda inşa edilen iki katlı bonetler ile aynı özellikleri taşımaktadır. Dolayısı ile bu mekanın üçüncü dönem içinde Abdülhamit’in yaptırdığı binalar ile birlikte inşa edildiği değerlendirilmektedir.

1915 yılındaki savaşlar esnasında yapıda oldukça önemli tahribatlar oluşmuş, özellikle ana kulenin kuzeydoğu cephesinde barbataların da bir kısmını içerecek şekilde bombardıman sonucu yıkılmalar olduğu fotoğraflarda görülmektedir. Yine bu döneme ait fotoğraflarda Sarı Kule kuzeyinde yer alan dış sur duvarlarındaki mazgalların kemerlerini oluşturan tuğla malzemelerin de tahrip olduğu görülmektedir.

d- Kale, cumhuriyet döneminde de askeri birliklere ev sahipliği yapmaya devam etmiş olup 1950’li yıllarda askeri birliklerin yapıyı boşaltıldığı çevrede yaşayan yaşlılardan öğrenilmiş olup bu konuda resmi bir kayda ulaşılamamıştır. Bu dönemden sonra kalenin etrafındaki müstakil binaların yıkıldığı ve özellikle 1960 ve 2000’li yıllarda olmak üzere yapının iki ayrı dönem halinde restore edilmeye çalışıldığı öğrenilmiştir. İlk restorasyon döneminde savaşa ait izlerin kaybedildiği, ikinci restorasyon döneminde ise yapılan çalışmalar ile ilgili hazırlanan projelere ulaşılamamıştır.

Yapı hali hazır durumu ile Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescilli olup anıt eser olarak ziyarete açıktır.

Namazgah Tabyası

Tabya; Çanakkale boğazının en dar yerinde, Anadolu yakasında yer alan Çanakkale il merkezinin tam karışışında Avrupa yakasında bulunan Malaz tepenin eteklerinde kurulmuş olan Kilitbahir köyünün boğaz suları ile birleştiği alanda Fatih Sulta Mehmet tarafından inşa ettirilen Kilitbahir kalesinin güneydoğusunda yer almaktadır. Tabyanın planı tek başına incelendiğinde Kale ile fiziksel anlamda bir bütünlük yokmuş izlenimi yaratmakta olup fonksiyonel olarak incelendiğinde ise kalenin devamı olarak yorumlanmasının tarihsel süreçteki gelişmeler ışığında daha doğru olacağı değerlendirilmektedir. Özellikle, gelişen silah teknolojisi nedeniyle kalede yer alan topların yetersiz kalması ve bu zafiyet sebebi ile boğazda kendilerine serbest harekat alanı yaratabilecek gemileri kontrol edebilecek bir savunma sistemine duyulan ihtiyaç üzerine uygun açı ve yükseklikte tasarlanmıştır. Kaleye komşu olan tabya, kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde boğaza uzananmış olup güneybatı-kuzeydoğu istikametini takip eden ve köy yönünden tabyaya girişi sağlayan iki portele sahip duvar ile kara alanı sınırlanmış üçgen bir forma sahiptir. Bu forma dikkatlice bakıldığında boğaza uzanan top platformları ve bonetlerin (Bonet terimi, Fransızca bonette sözcüğünden Türkçe’ye geçmiştir. askeri literatürde ’siper üstü çıkıntısı’ anlamını içeren sözcük Türk tabya mimarisinin genel plan şeması mekan isimlendirmelerinde Çanakkale de kullanılmış olup diğer bölgelerde kullanımına pek rastlanmamaktadır) oluşturduğu üçgen planın dış konturunu tek başına algıladığımızda İslam Sanatının dini yapı formlarından biri olan “NAMAZGAH” (açık mescit ) formunu görürüz.

Tabyada 26 adet bonet yer almakta olup bunlardan 22 adedi üst kotta, bir adedi Sarı Kule doğusunda sahil kotunda, üç adedi de tabyanın ortasında kalan alt kotta inşa edilmiştir.

Tabyanın ilk inşa tarihi hakkında elimizde kesin bir bilgi mevcut olmamasına rağmen yapının ilk inşa tarihi ve geçirdiği tadilatları ulaşıla bilinen belgeler üzerinden değerlendire bilmekteyiz. Hali hazırda tabyanın güneyinde ye alan iki katlı bonetlerin ortasındaki bonette mevcut Osmanlıca kitabede ”Sene1309” (1892) tarihi okunmaktadır. Fakat bu kitabenin yer aldığı yapılar gerek form gerekse inşa malzemesi olarak diğer yapılardan görsel olarak rahatlıkla ayrılmaktadır. Bu durumda yapı farklı iki ana yapılaşma dönemini içermektedir.

Birinci dönem; tabyanın yazılı kaynaklarda 1805–1807 yıları arasında boğaz savunmasının yenilenmesi çalışmalarda inşa edilmiş olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, Edmund Ollier’in Londra’da yayınlanan “Osmanlı(Türk)-Rus Savaşı’nda Kale İllüstrasyonu Tarihi” adlı eserinde yer alan Kilitbahir Kalesi gravüründe (Resim 20) gösterilmiştir. Bu gravürün 1768–1774 Osmanlı-Rus harbi dönemini içermesi nedeniyle Namazgah Tabyası’nın da bu dönemde inşa edildiğini değerlendirebiliriz.

Gravürde de sahil yönünde yer alan istinat duvarları oldukça yüksek tasvir edilmiş olup bu gün ayakta olan duvarlar daha alçaktır. Aynı zamanda 1770 yıllarda ağırlıklı olarak tabyalarda kaval tipi toplar olması nedeniylede bu toplara uygun tabya modeli de (Resim 2) olduğu gibidir. 1800’lü yıllardan itibaren yivli setli silahlar kullanılmaya başlanmış olup bu silahlara uygun olarak tabyalar inşa yada tadil edilmeye başlanmıştır.

Namazgah tabyası da bu toplara uygun olarak bu dönemde tamamen yenilenmiş olabilir. Bu günde ayakta olan tek katlı tabyalar bu döneme ait olup II. Abdülhamit döneminde hazırlanmış olan fotoğraf albümünde tabyanın 1800den sonraki hali görülmektedir (Resim 8). Bu resimler iki katlı bonetlerin inşa edildiği 1892 yılından önceki dönemi belgelemekte olup bu günkü genel plan şemasından farklı olarak tüm bonetler tek katlı ve top platformlarına bonetlerden cephane transferi tümünde rampalardan sağlanmaktadır.

Tabyada bonetler ve top platformları dışında inşa edilen alt kottaki yapılardan ortada yer alan yapının gerek konumu gerekse iç mekan şeması itibarı ile savaş harekat (komuta) merkezi olarak yapıldığı ve kullanıldığı değerlendirilmektedir. Bu mekanın doğusunda yer alan avlulu mekanınsa ilk inşada yaşam yeri olarak kullanılmış olabileceği, zamanla personel mevcudunun artması ile alt kotta inşa edilen çatılı iki mekan ile birlikte bu fonksiyonunu devam ettirdiği değerlendirilmektedir.

Tabyayı batı yönünde sınırlandıran duvarda iki adet kapı mevcut olup kapıların tabya bahçesine bakan taraflarında, ortada birer giriş mekanı yer almaktadır. .Bu giriş mekanın her iki tarafında da birer mekan daha bulunmakta olup bu yapılardan ortadaki giriş mekanı tabyanın batısında ortada yer alan karargah binası olarak değerlendirilen yapı ile aynı eksendedir. İkinci mekan ise Kilitbahir Kalesine bitişik olarak Sarı kulenin batısında inşa edilmiştir(Resim 8 ). Ayrıca tabya dışında da bazı yapılar mevcut olup bunlarda fotoğrafların çekildiği dönemde yapım aşamasındadır.

18.yy. sonlarında yivli setli topların yapılması ile topların attığı güllelerin yerini mermiler almaya başlamıştır. Küçük çaplı toplarda mermi ve barut yekpare olarak imal edildiğinden taşıma ve depolaması da beraber oluyordu. Bu dönemde cephaneliklerde yapılan küçük tadilatlar yeterli olmuş, top platformları da küçük değişikliklerle formlarını korumuştur. Kısa sürede gelişim gösteren yivli setli toplara ait cephane, çap ve ağırlık olarak yalnızca insan gücü ile taşınamayacak büyüklüklere ulaşmış olup çapları yaklaşık 20 ila 40 santimetreye, mermi ağırlıkları da 80 ila 700 kiloya. ulaşmıştır. Küçük çaplı toplarda mermi ve hartuç birlikte imal edilirken bu büyüklükteki toplarda taşıma, depolama ve kullanım kolaylığı için ayrı olarak imal edilmeye başlandı.

Bu nedenle de sonradan yapılan iki katlı bonetler büyük çaplı topların mermi ve hartuçlarını depolamak üzere diğerlerinden daha büyük mekanlar olarak inşa edilmiş olup mekan içinde cephanenin toplara fazla enerji harcamadan sevki için yapılan sistemlere uygun tasarımlar gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle Namazgah tabyasında da tadilata gidilmiş olup güneyde yer alan bonetlerin bazları tadil edilmiş, bazıları da yıkılarak iki katlı olarak yeniden inşa edilmiştir.

İkinci dönem olarak değerlendirdiğimiz bu dönemde; Bonetlerde yapılan değişikliklerin yanı sıra iki katlı bonetlerin önünde yer alan iki binanın doğusuna bir bina daha inşa edilmiştir(Resim 32). Kuzeyde yer alan tabyaların güney yönünü korumaya alacak şekilde bir tepecik oluşturulmuştur

Bu dönemde inşa edilen bonetlerde istiflenen cephane ağırlıkları önceki döneme göre daha ağır olup fotoğraflardan (Resim 33) topa intikali ile ilgili bilgilere ulaşılmasına rağmen, bonetlerin içinde sevk ve depolanmasına ait bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bonetlerin içinde duvarlarda mevcut olan zeminde ve zeminden bir buçuk metre kadar yüksekte yer alan kare deliklerin havalandırma amaçlı yapılmasının yanı sıra farklı bir amaç ilede özellikle cephanenin istif ve transferinde kullanıldığı Avrupa da aynı dönemde çekilmiş fotoğraftan (Resim 34) hareketle değerlendirmekteyiz. Fotoğrafta yer alan zincirli jayraskalın ara bir aparatla bu deliklere takılarak cephanenin kaldırıldığı, transfer ve istif edildiği değerlendirilmektedir

1914 yılına gelindiğinde ortaya çıkan uluslararası gelişmeler ve Avrupa’da patlak veren savaş ile gözler yeniden boğaz savunmasına çevrilmiştir. Yeni silah teknolojisine uygun bir savunma sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Dört bölgeye ayrılan boğaz savunmasında Namazgah tabyası Kilitbahir Çimenlik bölgesindeki tabyalardan olup Avrupa yakasında konuşlanmış olan 4. Topçu Alay Karargah’ı bu tabyadır.

Namazgah tabyasında alay karargahının yanı sıra 1 adet 260 / 22’lik, 2 adet 240 / 22’lik ve 1adet 210 / 22’lik kıyı topuna sahip IV. Batarya; 2 adet 240 / 35’lik, 1 adet 240 / 22’lik, ve 1 adet 210 / 22’lik kıyı topuna sahip VII. Batarya; 1 adet 240 / 22’lik, 3 adet 210 / 22’lik kıyı topuna sahip X. Batarya; 1 adet 260 / 22’lik, 1 adet 240 / 22’lik, 2 adet 210 / 22’lik kıyı topuna sahip XI. Batarya ile 2 adet 37 mm.’lik uçaksavar topuna sahip U/S Topçu Takımı da konuşlandırılmıştı (Komisyon1976:90). Namazgah tabyası nın yanı sıra Kilitbahir kalesinde de bir istihkam tabur ile bir Deniz torpido bölüğü konuşlandırılmıştır. Yapı 26 / 27 Şubattan itibaren başlayan ve 18 Mart 1915 tarihi de dahil olmak üzere deniz savaşları süresince ağır bombardımana maruz kalmış ve ağır yaralar almıştır.

Namazgah tabyası da Cumhuriyet döneminde uzun bir süre kale ile birlikte askeri birliklere ev sahipliği yapmış, 1960’lı yıllarda kalenin restorasyonu ile birlikte Kültür Bakanlığı’na devrinden sonra tabya Milli Savunma Bakan’lığının mülkiyetinde kalmıştır. Fakat bu dönemde aktif olarak kullanılmamış ve yeni bir fonksiyon da üstlenmeyen ve atıl durumda kalan yapı, zamanın ve çevrenin etkileri ile oldukça fazla yıpranmıştır.2004 yıllında hazırlanan bir protokol ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen yapı Tarihi Sit Alanında yer alan Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescillidir.

Tabyanın Mimarisi

26 adet bonetten oluşan tabyada 1 nolu bonet tek odalı plan şeması ve cephe düzenlemesi ile diğerlerinden farklılık gösterir. Bunu dışında aynı kanatta birbirine benzer ve düzende aynı yükseklikte ve form da cephe düzenine sahip olan bonetler, plan şemalarında arazideki konumlarına ve kullanımlarına göre, biraz farklılık göstererek gruplandırılabilir. 2, 3, 4, 5, 7, 8 ve 9 nolu bonetler küçük, döşemesi taş kaplı giriş bölümü ve arkadaki tonozlu tek mekandan oluşur. Bunların arasında yer alan 6 nolu bonet ise giriş mekanının daha uzun olmasının dışında aynı düzendedir.(Plan1)

10, 11, 18 ve 20 nolu bonetlerde, girişte ayrı bir bölüm olmayıp doğrudan mekana girilir. 12, 17 ve 19 nolu bonetler de ise giriş mekanı ile ana mekan aynı aks üzeride değildir. 13 ve 16 nolu bonetler ise diğer bonetlerin aksine ortadan direk mekana girilen dikdörtgen plan şemasına sahiptir. Arazideki üst kotta yer alan bonetlerden olan bu bonetlerin biri sağ biri sol taraftadır. 14 ve 15 nolu bonetler iki katlı olarak inşa edilmiş olmasına rağmen mekana zemin kotundan değil üst kottan ulaşılmaktadır. Kesit ölçeğinde diğerlerinden gösterdikleri farklılıklardan başka cephe düzenleri ve kullanılan taş cinsi de diğer bonetlerden farklıdır.

Buraya kadar olan bonetlerin hepsi tek kapıları olan tek hacimli mekanlarken bundan sonraki bonetler tümü ile farklılık göstermektedir. Buda bu bonetlerin farklı işlevlere yönelik olarak tasarlandığını ortaya koymaktadır. Anılan bonetler den 21,22 ve 23 nolu bonetler iki katlı olup yivli setli silahlara uygun cephanelerin istifine uygun olarak tasarlanmıştır. Bu bonetler içinde 22 nolu bonette kendi aralarında diğerlerinden farklı olarak tasarlanmıştır. Tabya ana kotundan bir giriş ile bir üst kota yer alan cephanelik önündeki yol kotundan da ikinci bir girişe sahiptir. Her iki katta sağda ve solda birer odaya sahip bonet içinde ana girişi sağlayan koridor T şeklinde odaları sarmakta ve ikinci kattan koridorun kısa kollarından top yerlerine irtibatı sağlayan iki kapısı daha mevcuttur. Ortadaki 22 nolu bonetin sağında ve solunda simetrik olarak yerleşmiş olan 21 ve 23 nolu bonetler birer odalı ve L koridora sahip olup ikinci katta koridora açılan ön giriş kapısından başka yan cepheden de top yuvasına ulaşılan ikinci birer kapı mevcuttur. Bu bonetlerin dış cephe düzenlemeleri ve kullanılan taş cinsi diğerlerinden farklıdır.

Bu üç bonetin dışında tabyada alt kotta yer alan (ana kotta) üç bonet daha bulunmakta olup bunlarda hem diğer bonetler hem de kendi işlerinde çok farklı plan şemasına sahiptir. 24 nolu bonet tabyanın denize doğru üçgenleşerek uzandığı dört bonetle çevrili üst kotun altında yer almaktadır. Kemerli ana kapıdan T formundaki avlusuna girilmekte olup ana giriş kapısı aksında iki bölümlü bir mekan bulunmakta olup bu mekanlar birbirlerine tonoz açıklığı ile bağlantılı olup tüm mekanı çepeçevre bir koridor dolaşmakta olup deniz yönünde bu koridor ile diğer mekanlar irtibatlanmaktadır. T formundaki sahanlığın sağında ve solunda birbirinin simetriği tek odalı L koridorlu iki mekan yer almakta olup bu mekanlara T formlu sahanlığın kısa ayaklarına açılan kemerli birer kapı ile girilmektedir.

24 nolu bonetin önünde bir tepecik şeklinde müstakil olarak yer alan 25 nolu bonet ise iki ana mekanda oluşmaktadır. Bonete tabya orta aksında yer alan bir giriş kapısı ile bonetin ortasında ana mekanları ikiye bölen koridorun iki başında da yer alan ana giriş kapısı formunun benzeri iki kapı dahil üç kapıdan girilebilmektedir. Tek kapını yer aldığı cepheden bonete girildiğinde mekan üç kare ayak tarafından iki nefe ayrılmaktadır. İkinci bölümde ise birbirine simetrik iki dikdörtgen mekan, tonoz açıklığı ile üçüncü bir dikdörtgen mekana bağlanmaktadır.

26 nolu bonet ise toprak tepeciğin uzantısında şeklinde tabyada konuşlanmıştır. Üç yönü koridorla çevrili bonetin ortasında dikdörtgen bir oda mevcuttur. U şeklindeki koridorun ana cepheye bakan yönünde iki pencere açıklığı ile bonete girişi sağlayan yuvarlak kemerli kapı açıklığı bulunmaktadır

Rumeli Mecidiye Tabyası

Tabyaya, Çanakkale ili, Ece abat İlçesi, Kilitbahir Köyü sınırları içinde yer almakta olup, Kilitbahir bölgesi Namazgah tabyası, Rumeli Hamidiye tabyası, gurubunun boğaz methali yönündeki son tabyasıdır. Tabya Kilitbahir - Alçı tepe yolunun Kilitbahir Köyü, Seddülbahir yönündeki çıkışın (güney batı)da Rumeli Hamidiye tabyasından sonra yolun üst kotunda Gonca tepe eteklerinde, denizden yaklaşık yirmi metre yüksekte, sekiz adet cephanelik ve yedi adet top yeri ile kıyı şeridine paralel olarak inşa edilmiştir.

Tabyanın [35]3 Nolu Cephanelik ana giriş kapısı üzerinde kitabe kartuşu mevcut olup (Resim 35) kitabesi kayıptır. Çalışmalarımız sürecinde ulaşıla bilinen gerek yazılı gerekse görsel belgelerden tabyanın, Sultan ll. Abdülhamit döneminde ( 1876–1909 ) Boğaz Muhafızı Asaf Paşa tarafında uygulanan savunmanın güçlendirilmesi için mevcut tabyaların modernizasyonu ve yenilerinin inşası kapsamında yaptırıldığı tespit edilmiştir.

Anılan çalışma dönemini de içeren fotoğrafların yer aldığı Abdülhamit Albümünde mevcut Namazgah tabyasına ait fotoğrafta Namazgah tabyası (Resim 8) güneyinde yer alan ve bugün Hamidiye tabyası Askeri ve sivil kişilere ait sosyal tesisler ile Hamidiye tabyası üst kotta yer alan iki katlı siteler ile bu gün Mecidiye tabyasın yer aldığı Gonca tepe eteklerinin çadırlar ile kaplı olduğu ve bir dizi inşat faaliyeti görülmektedir.

Yine aynı döneme ait Hamidiye tabyasının doğusunda yer alan tepe eteklerinden çekilmiş olduğunu değerlendirdiğimiz farklı bir fotoğrafta da (Resim 36) Rumeli Mecidiye tabyasının inşaat faaliyetleri belgelenmiştir. Anılan fotoğrafta bugün tabyanın bulunduğu bölgede yoğun olarak çadırlar bulunmakta olup tabyaya günümüzde anayoldan bağlantıyı sağlayan yolların olduğu yerde ise doğu batı yönünde bir bina ve binanın üst tarafında tabya sülyeti gözükmektedir.

Bölgede yer alan ve Abdülhamit albümündeki fotoğraftan takip ettiğimiz Namazgah Tabyası Güney kanadında yer alan üç adet iki katlı cephaneliklerin sonradan inşa edilerek Namazgah Tabyasının aynı dönemde tadilat gördüğünü tespit edebilmekteyiz. Bu dönemdeki tadilatta yapılan iki katlı cephanelikleri ortasında yer alan cephaneliğin üst kottaki ana giriş mekanı üzerinde günümüze kadar ulaşan Sultan ll. Abdülhamit’e ait tuğra ile Osmanlıca olarak “Sene 1309” tarih kayıtlı kitabesinden de 1892 yılında inşa edildiğini (Resim - 37) öğrenmekteyiz. Anılan bu bonetlerdeki gerek malzeme gerekse işçiliğin aynısını Rumeli Mecidiye tabyasının ilk yedi bonet ve altı top yerinde görmekteyiz.

Mimari karşılaştırma sonucu tespit edilen bu durum ile Rumeli Mecidiye tabyasında da farklı dönemlerde tadilat yapıldığını tespit ettik. Bu konuda yaptığımız araştırmada 1915 yılında çekilmiş ve 19 Temmuz 1915 yılında Fransa’da yayımlanan Ilıstrasyon gazetesindeki hava fotoğrafı(Resim - 38) incelendiğinde altı adet top yeri ve yedi adet bonet görülmektedir.

Yine 1915 yılında Rumeli Mecidiyesi batarya komutanı olan Yüzbaşı Hilmi bey’e ait yeğeni Gazanfer Sanlı top tarafından günümüz Türkçe’si ile yayımlanan anılarında Tabyanın mimarisini anlattığı bölümde “Topların aralarında karşılıklı 2 oda ile birbirine dik 2 koridoru bulunan, dışarıdan genişliği 13, uzunluğu 17 metre olan cephanelikler bulunuyordu. Birinci ve son topların sağ ve solunda birer odalı 2 koridorlu birer cephanelik vardı.”(Şanlıtop 2006:110) şeklinde altı top yeri ve yedi cephaneliği tanımlamaktadır.

1915 Çanakkale savaşlarında etkin bir rol oynayan tabya, Savunma planın da Merkez grubu olarak adlandırılan ve Çimenlik –Kilitbahir kalesi etrafında yer alan tabyalardandır. 4. Ağır Topçu Alayı 2. Ağır Topçu Taburuna bağlı 5. Bataryayı oluşturan tabyada dört adet 240/35’lik (24 cm.’lik ) ve iki adet 280/22’lik ( 28 cm.’lik ) kıyı topu konuşlandırılmıştı (Erkal 1993:182) .

İtilaf Donanmasının 19 Şubat 19152’te İstanbul’a ulaşmak amacı ile Boğaz methaline yaptığı taarruzu, 25 Şubat taarruzu izledi. ve bu taarruzda boğaz girişinde yer alan tabyalar sustu. Bu taarruzları izleyen günlerde farklı zaman dilimlerinde boğaza giren İtilaf Donanması tabyaları susturma gayreti ile yoğun bombardıman yaparken mayın tarama gemileri ile de boğaza döşenmiş mayınları temizleme çabası içinde olmuştu.

18 Mart 1915 günü etkin top atışları ile muharebeye katılan tabyalardan Rumeli yakasında yer alan ve Namazgahın güney kanadında yer alan bir bataryası, Rumeli Hamidiye tabyası ile Rumeli Mecidiye tabyası, Yüzbaşı Mehmet Hilmi bey komutasında tek bir grup olarak gün boyu etkin ve özellikle batan gemilere kaydettikler isabetli atışlarla bu başarı da en büyük rolü oynamışlardır. İtilaf donanması boğazı terk ederken Rumeli Mecidiye tabyasında mazgallara vuran mermilerden iki top takımı erlerinin hemen hemen tümü şehit düşmüş veya yaralanmıştır. Bu gün Rumeli Mecidiye tabyasında 10 şehit ve 24 yaralı vardır(Erkal 1993:206).

Yine bu tabyada yaşanan Seyit onbaşının 275 kg.lık top mermisini kaldırışı ve İtilaf donanmasına isabet kaydeden atış harp mecmuasında yayımlanan fotoğrafla ölümsüzleşmiş ve olay menkıbeleşerek tabya ile özleşmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu Almanlar ile birlikte yenik sayıldığından bölge İtilaf güçleri tarafından işgal edilmiş ve Kurtuluş Savaşı sonrasına kadar işgal altında kalmıştır. Bu döneme ait tabya ile ilgili yeterli belge olmamasına rağmen İngiltere Savaş Müzesi arşivinde bir adet fotoğraf (Resim 39) bulunmaktadır.

İkinci dünya savaşının Avrupa da patlak vermesi ile Çanakkale Boğaz savunması tekrar gündeme gelmiş olup savaş henüz Avrupa da başlamadan bölgede güçlendirme çalışmaları başlamıştır. Yeni tabyalar ile betonarme makineli tüfek yuvaları inşasının yanı sıra mevcut tabyalarda ilaveler ile güçlendirilmiştir. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından başlatılan çalışmalar, Alman mühendis ve müteahhitleri tarafından uygulanmıştır. Bu dönemde bölgede çimento karışımlı harç kullanımın yoğun olduğu diğer yapıların incelenmesi de görülmekte olup tabyanın [30]8 Nolu cephaneliği ile ilave top yerinin bu dönemde inşa edildiği değerlendirilmektedir.

Rumeli mecidiye tabyasının bulunduğu parselde bir adet şehitlik ile bir adet de mezar yer almaktadır.

Şehitlik “Rumeli Mecidiye Şehitliği” olarak adlandırılmış olup 1915 Çanakkale savaşları esnasında tabyada şehit düşen askerlerin mezarlarının bir arya getirilmesi ile 1919 yılında ilk olarak tesis edilmiştir. 1962 yılında Çanakkale Şehitleri Abidelerine Yardım Derneğince bugünkü şekli verilmiş olan şehitlik dikdörtgen bir alnın taş duvarla sınırlandırılması ve selvi ağaçları ile peyzajı tamamlanarak oluşturulmuştur. Mezarlığın ortasında yer alan anıt üzerine bir madalyon içinde alçak kabartma rölyef tarzında seyit onbaşı, sırtında kaldırdığı 275 kiloluk mermi ile tasvir edilmiştir( Demirköy 2004:373 ).

Rumeli mecidiye tabyasının yanında yer alan ve Osmanlıca mezar taşına sahip mezarlık ise 1807 yılında Çanakkale Boğaz kaleleri ile istihkamlarını tamir ve takviyesi için Çanakkale’ye gönderilen ve bu çalışmalar sürerken bir İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’a ulaşması üzerine bu olayın sorumluluğu yüklenen Fevzi Efendiye aittir. Anılan sahsın mezar taşının 1980 yılında dönemin Boğaz Komutanı tarafında buldurularak mevcut mezarlığın yaptırıldığını Çanakkale Deniz müzesi arşivi, Ekrem Boz bölümünde yer alan “Çanakkale de Bulunan Tarihi Yapılar Albümü”nden öğrenmekteyiz.

Rumeli mecidiye tabyası günümüzde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli park sorumluluk alanında her hangi bir düzenleme bilgilendirme yapılmaksızın serbest gezi alanı olarak kullanılmakta olup en yoğun ziyaret alanlarındandır.

Tabyanın Mimarisi

Tabya, kuzeydoğu-güneybatı ve doğu-batı doğrultularında uzanan bitişik iki kanattan oluşmaktadır. Yapı, 75m uzunluğundaki ilk kanatta üç cephanelik ve iki top yeri, 150m uzunluğundaki ikinci kanatta ise beş cephanelik ve beş top yeri olmak üzere 8 cephanelik ve aralarındaki 7 top yerinden oluşmaktadır.(Plan 2)

Yapım teknikleri ( [30]8 Nolu cephanelik hariç) ve malzemeleri aynı olsa da bonetlerde farklı plan şemalarına sahiptir. Tabyanın kuzeydoğu başlangıcında bulunan [37]1 Nolu cephanelik, tabya yoluna dik giriş mekanının L şeklinde dönerek top yerine açılan cephane sevk koridoruna sahip olup sonraki beş bonette de bu formun simetrisi ile birlikte kullanılması ile elde edilmiştir. Bonetler, tabya yoluna dik giriş mekanının T şeklinde dönerek her iki yanda bulunan top yerlerine açılan cephane sevki sağlayan koridor ve T formunun her iki tarafında, içeride, birer cephane istif mekanından oluşmaktadır. [31]7 Nolu cephanelik, ilk cephaneliğin mekan kurgusunun simetrisi kullanılarak inşa edilmiştir. İlk yedi bonette yer alan mekanların koridorun giriş koluna açılan birer kapı açıklığı ve koridorun diğer koluna açılan bir kare havalandırma nişi ile cephaneliğin ön cephesine açılan birer pencere açıklığı bulunmaktadır. İç mekanlar orijinal döşemesi ahşap olduğunda duvar kenarlarında ve mekan ortalarında moloz taş örgülü duvarlar ile ahşap döşeme payandalarına yataklar hazırlanmıştır. Koridorun ve cephane istif odalarında zemini ortada çukur oluşacak şekilde düşürülmüştür.

Batı uçta yer alan son cephanelik ( [30]8 Nolu ), birbiri ile ilişkili diğer iki gruptan farklı olarak top yerinden girilen tabya yoluna paralel giriş mekanına açılan güneydeki iki mekandan oluşmaktadır. Top yeri duvarları bonet duvarlarının devamında içeriye kırılarak yarım sekizgen şeklinde inşa edilmişlerdir. Bu durumun tek istisnası, tabyanın doğu başlangıcındaki B Top Yeridir. Burada [36]2 Nolu cephanelik duvarı dik olarak döndürüldükten sonra diğerleri gibi kırılmıştır.( Plan 3)

Bonet duvarı ile aralarındaki top yeri duvarları sürekli ve aynı yükseklikte inşa edilmiş, top yerleri platform şeklinde yükseltilerek kanat hizasında bonet ön duvarları alt seviyede devam ettirilmiştir. Yapının duvarları moloz taş örgü ile inşa edilmiş, dış cepheler kesme taş ile kaplanmış, tonozlar tuğla ile örülmüş, kapı ve pencere söve ve kemerleri kesme taştan yapılmış olup bugün tamamına yakına kırık ve eksiktir. Sadece batı uçta bulunan [30]8 Nolu cephaneliğin giriş mekan tonozu, moloz taş kullanılarak örtülmüş ve altı sac levhalarla kaplanmış, güneydeki iki mekanın da üst örtü kaburgalı tonoz şeklinde örtülmüştür. Tüm mekanlar dikdörtgen taban alanı ve beşik tonoz üst örtülüdür, mekanların üzeri toprakla örtülerek tepecikler elde edilmiştir.

1915 Çanakkale deniz savaşları sürecince [32]6, 33]5 ve [35]3 Nolu cephaneliklerin top atışı ile yıkılan güney duvarları onarılmış ve orijinal plan şeması duvar ölçüleri bozularak kötü bir işçilik ile kapatılmıştır. İç mekanlar [30]8 Nolu cephanelik hariç horasan sıva ile sıvanmış olmasına rağmen tüm mekanlarda dökülme ve bozulmalar mevcuttur. Top yerleri taban döşemeleri tamamen bozulmuş olup orijinal döşemeye ait izler B, F ve G top yerlerinde mevcuttur. Tabyanın ana unsuru toplar 1950’li yıllarda Milli Emlak Müdürlüğü tarafında ihale ile satıldığı için eksik olup orijinal olarak toplara ait dirisa moyluları kalmıştır.

Ertuğrul Tabyası

Gelibolu yarım adası Seddülbahir Bölgesinde Boğaz girişine hakim Kayalık tepeye II. Abdülhamit döneminde inşa edilmiştir. 1914 yılındaki gelişmelere paralel olarak boğaz savunması içinde oluşturulan sisteme uygun olarak görev alan tabyada iki adet 24 cm ‘lik top konuşlandırılmıştır.

Tabya boğaz girişine hakim bir noktada üç bonet ve iki top platformundan (Resim 40) oluşmaktadır.(Plan 4) 1 Nolu cephanelik dikdörtgen planlı tek bir odadan oluşmaktadır. Mekana yuvarlak kemere sahip bir kapıdan direk girilmektedir. Mekan üstü tonoz ile kapatılmış olup tonoz üstü aynı tipolojiye sahip tabyalarda olduğu gibi toprak ile örtülüdür. 3 nolu cephanelikte 1 nolu cephanelik ile aynı plan şemasına sahiptir. Ortada yer alan cephanelik ise iki odalı olup kemerli bir kapıdan ters T formunda odaları orta aksta ve ön cephe duvarından ayrın bir koridora sahiptir. Koridor ve odalar içten tonoz ile örtülü olup dıştan toprak örtü ile kapatılmıştır. Üç bonet arasında iki adet top yeri mevcut ( Plan 5 )olup 1915 yılında tabayada konuşlu toplardan birine ait namlu günümüze kadar ulaşmıştır. Yapının inşa edildiği aladaki kot farkı nedeniyle batı yönünde toprak kaymasını önleyecek bir istinat duvarı(Resim 41) inşa edilmiş olup bugünde bu duvar ayaktadır.

Bonetler ve önünde yer alan eğitim alanı ile top yerleri arasındaki kot farkı nedeniyle bu alandan ve bonetler den top yerlerine iki yöne şevli rampalardan çıkılmaktadır. Yapının karargah binası 1915 yılında yaşanan savaşta gemilerin top atışı ile tahrip olmuş, (Resim 42) günümüzde ise tamamen yıkılmış ve toprak altında kaybolmuştur. Bu yapının temel izlerinin, bölgede yapılacak arkeolojik bir kazı çalışması ile buluna bileceği değerlendirilmektedir.

19 Şubat 1915’te itilaf donanmasını taarruzuna uğrayan tabya önemli bir hasar almamış fakat 25 ve 26 Şubat taarruzlarında topları kullanılmaz duruma gelmiş ve savaş dışı kalmıştır. Daha sonra bölgeye yerleşen piyade birliklerine ev sahipliği yapmıştır. Tabya 25 Nisan 1915 sabahı başlayan çıkarma harekatı esnasında bölgede bulunan takıma siper görevi yapmış fakat iki gün gibi çıkarmanın ilk anında önemli zaman diliminde direnen bölgeden Türk askerinin çekilmesi ile İngiliz birliklerinin işgaline uğramış ve 9 Ocak 1916 tarihine kadar işgal altıda kalmıştır.

Günümüzde Gelibolu Yarım Adası’nda en fazla ziyaretçi çeken noktalardan bir olan tabya Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescillidir.

Restorasyon Çalışmaları

Anılan yapılara ait proje aşamasında mimar ve sanat tarihçilerden oluşan bir ekip tarafında alanda yapılan çalışmalara paralel olarak diğer taraftan arşiv ve kaynak araştırmasına başlanmış ulaşılan belgeler ile rölöve çalışma sürecinde oluşan projeler birlikte yorumlanarak yapıların geçirdiği evrelere ait restitüsyon projeleri hazırlanmıştır. Her yapı için müstakil olarak idarenin tespit ettiği teknik ekip ile proje ekibinin katılımı ile toplantılar düzenlenmiş, bu toplantıda ulaşılan sonuçlar değerlendirilerek restorasyona yönelik izlenecek yönteme ait ortak kararlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Zaman zaman bu toplantılar halkın katılımına da açılmış, özel ihtisas konularında akademisyenlerin görüşlerine de başvurulmuştur. Bu süreç içinde idarenin proje teslimi için belirlediği tarihe projelerin yetiştirilmesi için zaman problemi ilk sorun olarak ortaya çıkmış, proje ekibinin yoğun tempolu çalışması ile de problem aşılmaya çalışılmıştır.

Bu toplantılar sonunda Kilitbahir kalesinin restorasyonuna ve yeniden işlevlendirilmesine yönelik birçok öneri üzerinde durulmuştur. Bu öneriler üzerinde yapılan değerlendirmelerde, mevcut süre ve maliyet hesapları gibi proje sürecini etkileyen bazı temel problemlere bağlı olarak karalar alınmıştır. Buna bağlı olarak kalede öncelik ile yapıya büyük oranda zarar verecek köklü bitkilerin ve yerleşke yüzeydeki toprak dolgunun temizlenerek ulaşılacak orijinal malzemeye ile gezi alanları yaratılması önerilmiştir. Ardından sur duvarlarda bağlayıcı özelliğini yitirmiş harçların özgün karışımına uygun yeni malzeme ile sağlamlaştırılması ve yapının mevcut durumu ile dondurularak gelişecek yeni süreçlerde yeniden değerlendirilmesi önerilmiştir. Ziyarete, mevcut durum ile açık olan yapının belli alanlarının ziyarete kapatılması ve ziyaretçi güzergahında özellikle sur duvarlarına çıkış merdiven ve seyirdim alanlarına can güvenliği için korkuluklar önerilmiştir.

Namazgah ve Ertuğrul tabyasında ise günümüze ulaşmış tüm özgün malzemeni mevcut hali ile korunması ana hedef olarak belirlenmiştir. Çalışmaya öncelikle tabya parseli, top yerleri ve bonet içlerini zamana bağlı olarak tabya üstlerinden ve çevreden gelerek biriken toprak dolgunun temizlenerek başlanılmasına karar verilmiştir. Bu temizliğin arkeoloji müzesi uzmanları denetiminde yapılması ve ortaya çıkan yeni bulgulara paralel olarak projelerin revize edilmesi önerilmiştir. Proje sürecinde özellik ile Namazgah tabyasının kotundan kaynaklanan yağmur suyu birikintilerinin tahliyesi üzerinde yoğun olarak durulmuş, orijinal fotoğrafların detaylı incelemesi ile yağmur suyu gider kanallarının tespitine çalışılmıştır. Rölöve çalışmasında tespit edilen açık kanalların deniz bağlantıları ile fotoğraftan tespit edilen kanalların deniz çıkışları araştırılarak projelere işlenmiştir.

Restorasyon uygulamasında zamana bağlı malzemeden kaynaklanan strüktürel bozulmaların sağlamlaştırılması, 1915 yılında yaşanan savaş ait tahribatların ise kontrol edilerek mevcut durumları ile dondurularak korunmasına karar verilmiştir. Böylece savaş ait tahribatların vurgulanarak, savaşın yıkıcı yüzünün gelecek kuşaklara aktarılması bu topraklarda vatan için verilen mücadelenin büyüklüğünün yanı sıra barışın gerçek değerinin de ortaya çıkmasını sağlamak hedeflenmiştir.

Tabya içinde yer alan horsan sıvalardan özeliğini yitirerek duvarlardan ayrılan bölümlerin mekanik temizliği önerilmiş sağlam sıvaların korunması kararı alınmıştır. Temizlenen ve zaman içinde kendiliğinden dökülmüş olan sıvaların ise tamamlanmaması, böylece yapının duvar dokusunun da ziyaretçiler tarafından algılanması hedeflenmiştir.

Yapı içinde tamamen eksik olan ahşap döşemeler mimari izlere uygun olarak yer yer tamamlanmış, belirlenen değişik bonetlerde taban döşeme detayları ile zeminin de algılanmasının sağlanması içi kademeli kesitler oluşturulmuştur.

Son dönemde inşa edilen bonetlerin koridor ve oda duvarlarında yer alan havalandırma kanalları ile de irtibatlı olan dikdörtgen nişlerin işlevi gerek proje gerekse uygulama safhasında tam olarak belirlenememiştir.

Namazgah tabyasının inşası ve değişik dönemlerdeki onarımlar farklı kimyasal özelliklere sahip taş malzeme kullanılmış olup özellik ile Sarı Kule yönünde yer alan kanattaki taşların tabyaya da çok yakın olan Soğanlı dere mevkiinden, diğer taşların ise Ilgar dere bölgesinden getirildiği değerlendirilmiştir. Her iki alandaki taş ocaklarını kapatıldığı Milli Park Kanunu ile de taş alımının kesinlik ile yasaklandığı tespit edilmiştir. Anılan ocakların tekrar tabyalar için devreye girmesi halinde ise yapılacak çalışmalar esnasında çevreye vereceği tahribat ve doğal denge üzerine oluşturacağı etki analizlerini yapılması gerekmekte olduğundan kullanılan taşa uygun sertlik derecesindeki farklı ocaklardan taş kullanılması önerilmiştir.

Uygulama sürecinde proje aşamasında alınana ilke kararlarına uygun olarak çalışmalar yürütülmüş, temizlik çalışmaları esnasında ortaya çıkabilecek yeni detaylar projeyi etkilenmesi gerekiyorsa revize edilmesi planlanmış, yapılan çalışmalarda önemli bir detay ya rastlanmamıştır. Aksine proje safhasında ön görülen detaylar ortaya çıkmış, en önemli problem olarak projenin onarım sorası idame ve kullanımını etkileyecek yağmur suyu tahliyesine yönelik ön görülen kanalar bulunmuştur. Anılan kanallar temizlenerek yeni ilave drenaj sistemine dahil edilmiştir.

Uygulama sürecinde en büyük sorunlardan biri yeni kullanılan taşların sertlik derecesinin analiz şartlarına uygun olmasına rağmen özellikle Sarı Kule yönünde, 2 nolu bonet kotu arasında yer alan çevre duvarında gözlenen hızlı bir erimedir. Aynı noktadaki taşların restorasyon öncesindeki tespitlerde de tamamına yakının deforme olduğu düşünüldüğünde mevcut alanın yeniden incelenmesinin uygun olacağı muhakkaktır. Ayrıca bu noktada Sarı Kuleye ait duvardaki farklı kimyasal yapıya sahip taşlarında Sarı Kuledeki aynı özelliğe sahip diğer noktadaki taşlara göre daha fazla yıprandığı da gözleme dayalı olarak tespit edilebilmektedir. Bu sürecin başlangıcı tespit edilememesine rağmen bundan sonrasının takip edilmesi ve malzeme uzmanlarınca sürecin değerlendirilerek bölge koşullarına uygun yeni öneriler üretilmesinin tabya duvarındaki yenilemenin ömrünü olumlu yönde etkileyeceği gibi Sarı Kule bedenindeki deformasyonu da yavaşlatacağı değerlendirilmektedir.

İkinci önemli problem ise orijinal havalandırma sistemine ait bacalar uygulama sürecine ait iş takvimine bağlı olarak yeterince araştırılamadığından tamamı tespit edilememiştir. Tespit edilenlerinde temizliğine yönelik bir çalışma yapılamamış olup bonetlere ait kapı ve pencerelerin tamamlanması ile bina içlerinde mevcut nem oranı oldukça artmıştır. Her bonete elektrikli nem alıcı cihazlar yerleştirilmiş olsa da nem istenilen seviyeye hali hazırda çekilememiştir.

Tabya üstü toprak örtü sistemi orijinal fotoğrafına uygun olarak tamamlanmıştır. Toprak örtünün kaymaması için üzerinde bitkileşmeyi de engellemeyecek geogrid adı verilen plastik içerikli bir file ile örtülmüştür. Toprak tamamlama esnasında da restorasyon çalışmaları başlangıcında yer alan toprak örtüye herhangi bir müdahalede bulunulmamış, zamanla eksilen toprak kısımlar tamamlanmıştır. Bu neden ile önceki örtüde mevcut olan bozulmaların varlığı ve derecesi tam olarak kontrol edilememiştir. Bu nedenle bazı bonetlerde kuvvetli/uzun süreli yağışlarda rutubet artmakta su sızıntılarına rastlanılmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak önümüzdeki süreçte yeniden bir değerlendirme yapılarak bozulma olasılığı yüksek alanların tespit edilmesi gerekmektedir. Namazgah tabyasında izlenen süreç ve problemler aynı şekilde Ertuğrul tabyasında da yaşanmakta olup anılan problemlere yönelik öneriler Rumeli mecidiye Tabyası restorasyon projesine aktarılmıştır.

Sonuç olarak oldukça zengin bir savunma yapısı koleksiyonuna sahip Çanakkale bölgesinin küçük ölçekli bir çalışması Eceabat ilçe sınırları içinde yer alan savunma yapılarında gerçekleştirilmiştir. Savunma teknolojisindeki hızlı değişim nedeni ile kuruluş işlevini yitiren mekanlardan askeri birliklerin çekilmesi ile zamanın acımasız tahribatı devreye girmiş buna insanları duyarsızlığı da etkilenince mimari tahribat hızla artmıştır. Mimari kayıpların yanı sıra tabya yaşamına ait izlerde yok olmaya yüz tutmuştur. Yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkarılan mevcut mimari detaylar korumaya alınırken, toprak temizleme çalışmaları esnasında bulunan birçok obje ile de tabyadaki yaşama ait birçok iz ortaya çıkarılmıştır. Böylece Eceabat ilçe sınırları içinde yer alan iki yapı bazı eksikleri ve problemlerine rağmen kurtarılmış ve günümüz müzecilik yaklaşımı içinde değerlendirilerek kendi yaşamışlıklarının ön planda olduğu bir kültür merkezi işlevi ile kullanıma ve yeniden yaşama sunulmuştur.

Bu sürecin tüm detaylarına ilişkin bilgilerin daha kapsamlı bir yayında bir araya getirilmesin daha yararlı olacağı, bu bildiride yer alan bilgilerin çok genel değerlendirmeler olduğunu tekrar belirtmekte yarar umuyoruz. Buna rağmen farklı dönemlerde inşa edilmiş olsalar da tabyaların temel işlevinin savunma olmasına bağlı olarak savunma için kullanılan toplara ait cephanenin depolanmasının özel iklimlendirme koşullarına ihtiyaç duymaktadır. Buna bağlı olarak ta özellikle cephaneliklerde geliştirilen havalandırma sisteminin tabyaların gerek form gerekse diğer mimari detayları ile mimarlık tarihi ve sanat tarihine sundukları zengin malzeme kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Hali hazırda tam olarak çalışma prensibini çözümleyemediğimiz sistemin deneysel çalışmalar ile çözümlendiği taktirde günümüzde sıkça söz edilen ekolojik mimarlığa da önemli ip uçları vereceği kanısındayız.

312 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page